biz yeryüzünün kırılmış çocuklarıyız
belki cennetle hiç tanışmadık
denilir ki: gençlik baki değildir
denmelidir ki: o zaman kimdir hür yelelerimizin rüzgarla münasebetine karışan?
saçlar: rüzgarın dans partnerleridir
sonsuz bir uçuşta havalanan
saçlar günah nedir bilmezler bayım
yanlış ellerde kırılırlar onlar
ve yanlışın çok güçlülüğü bitap bir doğrunun bile umurunda değildir bayım
sessizlik: sesin zıttı olmayandır
sesin yoksunluğudur
arzu gürültü çıkaracak doğru anı kollamaktadır lakin
pazarlar kurulmuştur
teneffüsten sıralarına dönüyordur bahçede bıraktıkları hevesleriyle çocuklar
bazı çocuklar o gün evlerine hiç dönemiyordur
-yuvaya dönüşlerin giremediği kapılardan başka birçok şey giriyordur bayım-
sözgelimi birinin gözü saattedir
mesai bitimine bilmem kaç ömür kala
tik
zaman şimdi
zaman nerededir ki?
henüz koparılmış
biz aslında günde yirmidört kere
dalımızdan kırılmış çiçekler gibi
toprağa eğiliyoruzdur sırlatımızdaki kamburlarımızla
aynalardan kaçırdığımız, patronlardan hınçla
manşetlerden kaldırdığımız öfkeli gözlerimizle
kargaşadayızdır ya
-cehennemi hakedecek ne yaptık?-
elbet bir mahşer telaşıyla soruyoruzdur
biz şimdi
bu kamburları kendi ellerimizle mi yaptık?
sekizden beşe
ayazdan sabaha
gece miydi? kim bilir
karanlık dahi bir kargaşa içinde
karışmıştı
ya aydınlık küstürülmüştü
yahut karanlığın devri uzundu pek
sabah mıydı yoksa? ama karanlıktı da
tik
bizim olmayı ne zaman bırakmıştır
kaldırımlardan plazalara
yokuşlardan kuytulara
dersliklerden barlara
ama en çok
durmadan
yok oluşa koşturarak taşıdığımız bedenlerimiz
sorarız
öyledir ya
ilk önce kelime vardır
insan ondan sonra
ol, denilmiştir olunmuştur
biz çürüyen
ileri her adımda düşmek gibi daha çok geriye
hayal ettiğimiz her şeyden
her gün biraz daha
yükmüşcesine ağırlığı boşaltmak adına
genzimize kadar batmışken suya
bıraktığımız heveslerle
-yaşamak diyelim bu hevesin adına-
olduk da, kimizdir şimdi?
hem bu sırtımızdaki kamburla?
bizim miydi? kim bilir
tik
annelerimizin keşkeleri
babalarımızın utancı
bizler
doğduğumuz coğrafyada yangınlar
büyüdüğümüz sokaklara düşen bombalar
dünya son sürat yok oluşa giden hızlı bir tren
süper
-gemimiz çoktandır suyun altında bayım, hayır lütfen trene siz önden-
tik
benim kollarım güçsüzleşiyor
zamanın peşinde koşmaktan bacaklarım yorgun
ve sesim
çığlık atıyor
biber gazları tenimi yakarken
ve yanmaktan doğacaksak bizler olmadığımız kadar güçlü, yeniden
yanıyorum sevgilim
ve bu bana umut veriyor
şu tepede parlayan güneş mi
yoksa şehrimi bombalar mı aydınlatıyor
umudun tüketilerek son bulacağı yalan
yüzün mor bir ışığın yansımasında
sislerin altında
-polisler tarafından oluşturulmuş harika bir manzara-
gözlerin buzla gece denizi arasında değişirken
öptüm seni
umudu orada yakaladım
avcuma koydum, yumruğumu sıktım
bir gün bu kavgada ölürsem
yüzümde gülümsemem kalacak
işte böyle
şehrin yükselen gri duvarları için bütün renklerimizle tehditiz sevgilim
savruluyor fakat solmuyoruz
devrim diyorum
dudakların kadar güzeldir, eminim
tak.
Cansu Türedi
2024-01-19T12:55:24+03:00su, kırığını buluyorsa o saatten sonra nasıl akacaksa aksın Mehmet. :) hem bazılarımız şiirle hikaye anlatmayı seviyordur.:) teşekkür ederim, beğenmene sevindim!
Bektaş, ne güzel anlıyoruz birbirimizi…
Mehmet Şahin
2024-01-19T06:58:08+03:00Harika! ✨
Bazen uzun bir şeyler karalıyorum. Sonra 'aynı sözleri birkaç cümle ile de ifade edebilirdim' diyorum. Yine sanatsal, yine estetik, ama çok daha kısa.
Şimdi bunu okuyunca 'Bazı şeyler uzun uzun yazınca da çok güzel oluyor' dedim. Hem yediğimiz biber gazının acısını biz biliriz, iki kelime ile geçiştircek değiliz ya. :)
Bektaş Şenel
2024-01-19T05:38:54+03:00Tak. Evet. İşte bu.
Ve kamburları boş verelim. Aklına sağlık Türedi.