Belki de daha çocukluktan okullarda gördüğümüz, öğrendiğimiz bayramlar; özel günler, sabahları ayrı akşamları ayrı okunan şiirler, anıtlar, marşlar... Bunların hepsi olağan sisteme bizleri ufak ufak alıştırmak içindir. Önce alışırsın, benimsersin sonra da onu savunmaya başlarsın. Peki, bu senin istediğin mi yoksa senden istenen mi? Çoğumuz farklı bakışlardan kesinlikle objektif olmayan, tarih denen upuzun yalanlarla dolu bilim dalını biliriz. Ya da bildiğimizi sanırız. Biri gelir alır önüne haritayı bir bölgeyi işaretler ve benim der, sonra onun topraklarında olduğun için vergi verirsin hatta boynunun borcu gibi hissedersin. Peki neden orası onun ya da başka yönetim sistemiyle başkanın. Tarih diyorsunuz onca kan dökülmüş, kıyımlar yapılmış. İki ya da daha fazla gruplar arasında olur bu savaşlar. O grupların başında da biri vardır; işte haritadan burası benim diyen kişi, şu zamanlarda çoğunlukla oyla seçilmiş kişi. (Demokrasiye sonra geleceğim.) Bu onun dediği tek bir emirle, en kolayından ‘bölgeyi koruyun’ emriyle birden onlarca insan ölmeye başlıyor. Diğer bir durumda da ‘savaşın ve bölgeyi ele geçirin’ zaten neden senin olduğun bir toprak parçasını başkasının da neden onun olduğunun belli olmadığı toprak parçasıyla birleştirip daha da genişliyor.
Buna gelebilecek en kolay savunu şudur: ‘orası için can verdi, savaştı ve ele geçirdi.’
Hayat çoğu zaman seçimler ve sonuçlarından oluşur ama gen bencildir. (Bunu farklı bir anlamda kullanıyorum.) Çoğu özelliğini seçemezsin, en basitinden nerede nasıl doğacağını. (Tabii, gen çalışmaları tarafından belli başlı dış görünüşler ya da hastalıklar değiştirilebiliyor ama yine kendi elimizde olan şeyler değil bunlar.) Bir yerde doğarsın ve oralı olursun. Alışırsın benimsersin ve o bölgenin kültürünü savunmaya başlarsın. Ama şöyle düşünülürse elimizde olmayan bir şey için neden bedel ödüyoruz? Coğrafya değil yönetim ve yönetilen halk kaderindir çünkü yönetimi de dolaylı yoldan halk belirler. Buradan hümanist ya da sosyalist sonuçlar çıkartmayın sadece sorum şu. -Neden biri gelip de burası benim diyor ya da sevmediğimiz bir güruh yüzünden başa biri geliyor ve bizden bir şey istiyor. Biz de hiçbir şey demeden destanlarla, öykülerle yumuşayıp istediğini kolaylıkla veriyoruz?-
Devlet kavramının derinine doğru düşünürsek gereksiz, kendini önemli zannedenler kurulu olmaktan ileri gitmiyor. Onlar can verdiği için soylu oluyorlar ya da soylu bir devlet kuruyorlar. Biz de orada, atalarımızın savaştan kurtulması sayesinde hayatta kaldığımız için, kabul etmek gerekirsek korkabildiğimiz için bu kurumlara ve kişilere hayatımızı adıyoruz.
Hayatın boyunca verdiğin vergiler hayatının sonuna yöneliktir. Hani emekli olup betin benzin atar, ayaktan düşersin, kafanda çalışmamaya başlar ya; o sıralarda emekli maaşını alıp devlet bana bakıyor diye sevinirsin. Ama yıllar önce alın terinle çalışıp kazandığın parayı sırf devlet denen beton binanın kurallarının olduğu topraklar içinde yaşıyorsun diye zorla aldığını hatırlamazsın. Bu aynı dine benzer inanmayabilirsin ama inanmazsan cezalandırılırsın, vergi vermeyebilirsin ama hapse girersin. Belki de hepsi bunun içindir. Altmış yılına karşılık son beş yılının düşük emekli maaşı.
Milli, dini bayramlar da tam gerekli olan durumlardır. Bir gün tatil, işçinin devletine tapmasına yeter. Özel günleri de eklersek tadından yenmez, bir günlük gurur tapınması. Öğretmenler günü, anneler günü, mühendisler günü, filozoflar günü. Ne güzel deme kendimizi önemli zannedip işimize asılmamız için birebir. Ödül maması hatta sus payı. Bir de yılbaşlarında maaşına zam alırsın tamamdır, al sana tapınan bir halk sürüsü. İki ver, üç al, bir geri ver. Kısaca kaşıkla verip kepçeyle alma hikâyesi. Hayatın artı vergin eşittir emekli maaşın. Diş protezinin sigortası.