“Çünkü sevmek eylemi biyoloji biliminin tanımında yatan hiçbir domin üzerinden temellendirilemez. Çünkü sevgi ruhsal bir eklem ve eylemdir. Ve ne yazık ki bazıları sadece canlı formu olduklarından bu bağıntıyı anlamayacak derecede çöküntü içindedirler.''


Yukarıdaki paragraf üzerinden günümüz sevgi ya da duygusal olgu ve normlarına yaklaştığımızda insan artık sevgiyi dahi alım gücü statüsüne tabi tutacak şekilde evrimleşmiş durumdadır. Peki bu evrim bireyin temel dayanak noktası olan hatta kutsal kitap olan İncil’de dahi ''İnsan sevgi üzerine yaratılmıştır.'' der. Geçen cümleden hareketle, arkaya baktığımızda yürüdüğümüz yollarda neleri ya, neyi kaybettik? Acaba bu durumu hiç düşündük mü? Ya da düşünecek kadar kendiliğimizi sorguladık mı? Yoksa anın vermiş olduğu haz, yani “carpe diem” literatürü üzerinden yaşamak denilen kumara devam mı ettik?

İşte kaybediyoruz. Ve bu kaybettiğimiz mevsimde tekrardan çiçek, hatta yeşil bir dal veremeyecek hale geliyoruz. Ancak herkesleşen yanımız, dışlanmaktan korkan tarafımızdan ötürü ayak uydurmaya çalışıyoruz. Benliğimizin, karakterimizin ve bilincimizin toplumsal şuurun giyotininde ölmesine izin veriyoruz. Peki o zaman artık aşktan, sevgiden, hüzünden veya herhangi duygusal bir kavramdan bahsetmek abes olmayacak mıdır? Ne de olsa buna izin verdik. Şimdi bunları kazanmak için savaşmamız gerekecek. Evet! Bu savaşta var mısınız, yok musunuz? Ama burada Hamdi Bey’den teklif gelmeyecek.Teklifi ve kabulü kendi yüreğiniz, ruhunuz verecek. Hazır mısınız?