Bak şu karanlık kente, görüyor musun?

Herkes bir sevişme cinayetinde çığlık çığlığa

Benimse önümde iki kablo var, biri doğum kırmızı biri ölüm gibi siyah

Yüzümün derin çizgilerinde, 

İçimden geçerken ektiğin kan çiçeklerinin kurumuş tortusu

Avuçlarımda seni görememezlikten sebep, bıçak yarası gibi keskin bir ah

Sen beyaz sarı ahenginde yemyeşil dallı bir papatya

Sanıyorum ki herkes böyle bilecek böyle anacak

Bense papatyaya konmuş, acemi beneksiz bir uğur böceği

Cesedimi, kaldırımlardan emekli çöpçüler kazıyacak

İçimde patlayacak el yapımı kıpır kıpır güleç yüzlü intiharlar

İki kablo var önümde biri ihanet kırmızı, pişmanlık siyahı biri 

Hangi kabloyu kesersem keseyim, ikimizden biri eksilecek

Eksilecek birimizin içinden diğeri

 Her eksilmede, dilimde kıpkızıl bir süryani şarabı 

Bir de sesinin sesime uladığı sarhoş peltekliği dolaşacak

Yüzüm yeni tıraş olmuşluğun gerginliğinde

Bir kesik atsam ortalık kan gölü olacak


Ben seni nasıl severim sormuşsun, 

Söyleyeyim o vakit, sarhoşum nasılsa hiç mahzuru yok

Bunu ben bir tasvir sayarım

Sen otobüs durağına boşalmış bir sarhoşun zehirli kusmuğu say

Başka çocukları severken babasına sarılan kız çocuğu kıskançlığı biraz

Ölmesin diye bir kelebeği kozasına sokma gayreti de denilebilir

Ve kendi soğumuş cesedini yaşatma ümidiyle en çok


Hangi tabirle seversem seveyim seni

Faili meçhul, kim sevdiye gidiyor yüreğim çaresi yok

Bırakmazlar bu cinayetin ipuçlarını öylece sokakta

Yakmışlardır böcek cesetleriyle çoktan 

Yakmaları da gerek zaten

Yoksa buz tutacak şehir, nefretin soğukluğundan

 

İki kablo var önümde biri şehvet kırmızı, açlık siyahı biri 

Hangi kabloyu kesersem keseyim

Nafile bütün zırhlar, kabuklar, korunaklar

Elbet eksilecek birimizin içinden diğeri


Biz şimdi seninle, şehrin tam ortasında konuşlanmış

Sarp bir vadinin iki dik yakasıyız

Bu tepemizde eksilmeyen kara bulutlardan

Bilhassa ıslah edilmemiş özlem yatağından aşikar

Birleşmemiz de elzem ama bir o kadar imkânsız

Bir imkansızlığın tezahürüdür yıkılmış kemerli köprüler

Şu saatten sonra su içsem zehir, ilaç içsem faydasız…

 

Ah Gaia, bu sevişmelerin bilançosu çok yüksek

Anladım ki, ben bu kanlı sevişmelerden muafım

Kızgın bir kirpiyi okşamaya benziyor şimdi bu vadiden geçmek

Sen sırtını bana dön, ben sırtımı sana

Seni bilmem ama bu kavgada ben Mikail'den tarafım

Keşke olmayacak şu meczup duasına âmin demesek


Ben seni ne zaman severim diye de sormuşsun söyleyeyim

Kolu bacağı yara bere, kafası gözü kırık

Pansuman bekleyen bir yaralıyım nasılsa, hiç mahzuru yok

Bunu ben apaçık neşretmek sayarım

Sen bir meczubun sonradan görme aşk müsrifliği say

Ben seni en çok sabah körü severim

Çünkü istisnasız her sabah sen sanıyorum 

Betonların arasından sezaryen doğan güneşin kızıllığını

Buna hiç şüphe yok, diğer zamanlarda da seviyorum

Ama en çok sabah körü, en çok


Hani birimiz mahmur diğerimiz ondan daha mahmur

Üstümüzde yıkanmamış, geceden kalan o hayvani saflığımız

Yatağımızdaki ter, yere düşmüş solgun pike,

Kucağımıza atlayan çirkin tekir, şiirler darmadağın her yerde

Bitmez bizim bu tören havasında sevişmeye açlığımız


Yalan değil gözünün çapağını ayrı severim,

Bacağından kalçana sıyrılmış geceliği ayrı

Ojesi bozulmuş tırnağını ayrı, duruşunu oturuşunu apayrı

Sen öldürmenin hazzını almış bir katil gibisindir artık nezdimde

Olay mahalline dönmüş, tedirgin bir zanlı

Bense ölmenin lezzetini tatmış bir maktül

Seni annenin kızlık soyadı gibi bilirim 

Çünkü seni çığlık çığlığa kalbimden doğurdum ben

Papatyalardan taç yapmak benim için sıradan bir teamül


Lafı gelmişken bir daha söyleyeyim

Ben ki seni en çok sabah körü severim, diğer zamanlar stabil

Hiçbir kuşu öldürmedim şimdiye kadar

Konu hiç sandığın gibi değil


Gün doğacak diye değil ifşa olacak diyedir bu şehrin karanlık çığlığı

Ne zaman sokakta bir çocuk sevsem

Tokat gibi suratıma çarpar yoksulluğun bu dikiş tutmaz çıplaklığı

Karanlıkta biliyor herkes gibi

Ne büyük bir matahtır bu oysa

Gündüzleri susulur ve koca koca güneş gözlükleri ile kuşanılır körlük

Geceleri ise uyunur utanmazca

İpek çarşafların serinliğinde anadan üryan

Ki utanmazlık çıplaklıktan değil uyumaktandır umarsızca

Mesela benim, gündüzleri tükeniyor bir kiraz ağacına sarılma umudum

Kuruyorlar suskunluktan, her yoksul ölümde kuruyacaklar biraz daha

 

Güneşte biliyor herkes gibi, bu yaşananlar hiç sıradan değil

Bastırır çığlıkları, katile yardım ve yataklık yapan bu karanlık

Geceleri kör bir aydınlıkta işlenir en çok suçlar

Bende biliyorum ama bunları bilmek çözüm değil

En çok kanla sulanır bu kötülük coğrafyasında ağaçlar

 

Ben seni nerede severim sormuşsun hadi onu da söyleyeyim.

Kırklanmamış mundar bir cesedim nasılsa, mahzuru yok

Sen benden kendine gitmek istiyordun, 

               yolun benim kanayan damarlarımla kesişiyordu

Ben senden kendime gelmek istiyordum,    

               gözlerin bana hep yanlış biletler kesiyordu

Ben seni Tarlabaşı'nda çöpe atılmış bir karyolanın paslı gıcırtısında da severim

Katmandu’da bir tapınağın önünde yağmura ana avrat söverken de

Bak tebeşirle etrafımı çiziyor beyaz tulum giymiş bir polis, 

Coğrafyanın hiç önemi yok son tahlilde

 

Bir böcek kadar kıymeti olmasa da artık, iki kablo var önümde

Biri kavuşulması imkansız özlem kırmızı, diğeri mecburi bir vazgeçiş gibi simsiyah

Hangi kabloyu kesersem keseyim eksilecek içimizden biri

Faili meçhul bir ceset ayaklanacak bu karanlık şehirde

Eksildikçe birimizin içinden diğeri