Mahrumiyetten ileri gelen bu korku,

mumlar sönmeye yakın içimi ürpertiyor.

Gök kararsa, telaşlı yürüse bir adam ödüm patlıyor.

Yarım telaşlı yürüyorum herkes sakin,

kimse kimseyi korkutmamaya çalışırken

herkesin sesi titrek, yüzü huzursuz...

Ve kimi bir yerlere kimi bir yerlerden  

velhâsıl herkes kaçıyor bir şeylerden.


Kendisini çok ciddiye aldığım kalabalığın içinden sıyrılıp kenarına durunca koca bir yığına dönüşmesi

kendime ilişince saran ne hâlde olduğum endişesi ve daha nicesi...

Korktum, yaklaştım ellerime,

ellerim yakından daha küçük, daha çirkin.


Bağımsız bir işaret vermesen inan, 

inan burdayım demesen,

şu yığın delil değil, ellerim delil değil.

Herkes uzak fakat çoğu söz almış üzerinden.

Yarattığın nasipsiz kisvenden.


Şimdi "sahip olmak" kavgası veren,

Tanrı'nın sessizliğini rıza sanan, hayır benim hatam

Tanrı’nın sessizliğini fırsat bilen,

her şeyin dahası için olduğu topraklardan koşuyorum

Bir yerlere değil görmüyorsun bir yerlerden kaçıyorum

Bütün insanlar telaşlı ve mumlar sönmek üzere.

Tanrı’m sessizliğinden ödüm kopuyor


Nereden başladığını bilmediğim ömür sona yaklaşırken

ve ömür nereden gelmekten önce nereye gitmekken

yokken getirdiğim ve götüreceğim,

bak gözlerime hırslı değil eskisi kadar

ve ellerim soğuk değil; çatlak, kara, çirkin fakat...


Kurtar verdiklerini!

bak, pazar sakin; bak, ellerim kirli beyaz

artık koşmuyorum

artık vardığım yerlerde "varmak" tadı yok

bu şiirin sonunda da bir mucize olmadı.

yağmur dindi, pazarlar yeniden kuruldu

başladığım yere geri dönüyorum

hayır başı sonu yok, beni seni yok

sürekli bir dolambaç, dikenli bir çember

üstümüz başımız tekrar...