Birçok kadının çocukluk döneminde en çok söylediği cümlelerden biridir belki. Gelin olmanın kavramsal beklentisi değil ama kadının gelinlik içinde süzüldüğü andır güzel olan. Çocukluktan beri evde, okulda, mahallede, medyada farkında olmadan oya gibi inceden inceye işlenen bir durum “gelin olmak”. Bilinçaltına çakılan, insanın uzaklaşmaya çalıştığı kalıplara koşarcasına yaklaşmasında neden olan büyük bir çivi. Çoğu kadın ne kadar uğraşsa da söküp atamıyor bu çiviyi ve yanında yüklenmiş olan beklentileri. Toplumun cinsiyete yüklediği anlam ve el alem çetesinin ince işçiliği ile bir ömür mutlu yaşanacak birlikteliklerin hayali.


Bugün bu hayalle büyü(tül)müş kadınların büyük bir çoğunluğu mutsuzluk girdabında boğulurken eşlerini ve çocuklarını da yanında sürüklüyor. Neden mutsuzluk girdabında boğuluyorlar? Ne kadar olumsuz bakıyorsunuz, çok mutlu evlilikler var diyebilirsiniz. Mutsuzluk girdabında boğulmanın nedeni temelde evlilik değil, evliliğe, eşe yüklenen anlam. Bir elmanın yarısı olma hayalleri. Hayatın masallardaki veya romantik filmlerdeki gibi olacağına inanan birçok kişi sonunda beklentilerini bulamamış olmanın mutsuzluğunu yaşıyor.


Son yıllardaki gözlemlerim tektaş olmadan kabul edilmeyen evlilik teklifleri, bir kez evleniyorum diye başlayan ve sonu gelmez borç yükü bırakan nişan, nikâh, düğün süreçleri, aşırı pahalı bir şekilde döşenmiş evler, muhteşem balayı planları… Aslında evlilik süreci baştan ağır bir darbe alarak başlıyor.


Bunun yanı sıra flört döneminde birbirlerine güzel/kusursuz görünme sevdasında olan gençler, aynı eve girdiklerinde daha önce hiç tanımadıkları insanlarla karşılaşıyorlar. Birbirimizi çok seviyoruz ama işin içine aileler girdiği zaman üçüncü şahıslarla olan anlaşmazlıklar o sevgiyi ucundan kemirmeye başlıyor. Sen ve benler, sizinkiler ve bizimkiler evin ortasında oturup birbirini seven iki insanın ilişkisini yönetmeye başlıyor. Anlayacağınız pembe hayallerin rengi soluyor. Hayal kırıklıkları, öfke ve kaçınılmaz son olarak mutsuzluk kapıyı kırıp giriveriyor içeri.