Buraya, tam olarak buraya nasıl gelindi hiç bilmiyorum, çünkü ne yol ne de duraklara kimse işaretleri koymuştu... Eğlenceli ve sıcak göründü ve ben sadece devam ettim. Hep babamdan nefret ettiğimi hissederdim ama şu an ona hep acıdığımın farkındayım. Çünkü bana bir evrende çok iyi, bir evrende ise çok kötü davrandı. Kötü davrandığı hep benim evrenimdi. Bazen sadece bırakıp -düşünmeyi, hissetmeyi, algılamayı- istenilen bir birey olmaya çalıştım. Ama bir hata vardı, birey olmaya çalışmıştım. Kendimi "cover-up" lamaya çalıştım. Fakat gece geldiğinde, "gerçek ben" nüks ediyordu. Göz göze gelirdim o çocukla. O çocuk çok çalıştı, bazen herkesin takdirini aldığı, etkileyici şeyler de yaptı ama bunları gerçek kendisi olmadan yapıyordu.


Şu an bunu evden kaçarak yazıyorum çünkü ev adeta bir yargı salonunu anımsatıyor bana. Pedalları o kadar hızlı çevirdim ki gelirken, rüzgarın yüzümü acıttığını ancak inince fark ettim.

Dediğim gibi, çok çalıştı bu çocuk. Hepsi baş edebilmek içindi, yabancı olan kendisi ile, yabancı olan herkes, her şey ile.


Aşk ise hep belirsiz bir yoldu, hiç seçmedi o yolu. Bahanesi bile hazırdı: kariyer. Kelimeye bile alerjik oldu. Kaçılmayan bir şey olduğunu anladığında bile kendini bırakmadı içine. Emrah Serbes kişisinin dediği gibi "Hep öptü ama içine çekmedi." çünkü hep o yabancı olan ben kişisinin kabul edilmeyeceği korkusu ağır bastı.

Bazen karşılıksız aşkları daha çok sevdim çünkü sadece bendim ve kaybedilme korkusu bile yoktu. Her şeyin bir "ama"sı olduğu gibi buna da bir son geldi ve o geldi. Onu sevmedim diyemem. Aksine, çok sevdim. Sonrasında iyice keskinleştim, o beni bıraktığında "kariyer yolu" daha belirgin ve benim kontrolüm altında gibi gözüktü. Ben de sevdim bu yolu çünkü herkes ne kadar güzel şeyler yaptığımdan bahsedip durdu. Ben de aldım bu kanıyı ve çektim içime içime, hiç düşünmedim.


Bazen kafelere oturup güzel kadınları izledim. Bazen kütüphanelerde günler geçirdim. Hepsi, düşmanın vücut sathlarına girmesini engellemek içindi. Düşman ise duygulardı. Ne zaman içeri doğru bir hamle yapsalar bir "kariyer şaplağı" yediler. Çok dağınık olduğumu biliyorum ama bu bir karakteristik ben. Hızlıca bugüne sardığımda ise durum şu: hala babama acıyorum. Dışarı dünyamı küçültüp içimi, kendimi büyütmeye çalışıyorum. Ve Elif...

Ona kendimi bırakmaya çalışıyorum; öpüp içim çekmeye çalışıyorum. Ona kötü şeyler yaşattım ama hala burada. Dün rüyamda biz yan yana iken bir adamın onu alıp götürdüğünü ve onun istekli olarak gittiğini gördüm. Neye yorumluyorum bilmiyorum. Ama çok da düşünmüyorum.


Her şeyin, herkesin yabancı olduğu bir dünyada tanıdığım, tanımaya çalıştığım birkaç şeyden biri o. Böyle değerli bir şeye zarar vermek istemez değil mi insan? Hele üzmek... Asla. Ben bu korkuyla o kadar doldum ki, ona olan sevgimin önüne geçmesinden korkuyorum.

Şu konuda bilgilendirmeyi unuttum sizi: ben suçlu olmaya bayılırım, özellikle de kendime karşı. Toplumda yerini bulamamış, kendini suçlamaya yatkın, gerçek kendisini arayan bir yaratık. Bir "hiç" de denebilir.



Evveliyatını bilmem ama şu an şöyle hissediyorum:

Hani kendini arkaya bırakırsın ya ve arkanda biri seni tutar... O pozisyondayım, gözlerim açık ve arkada kim var bilmiyorum.


Bunun dışında sürekli yaşadığım bir duygu ise; yaşam ve ölüm arasındaki bu belirli zaman dilimini doldurma hissi. Ve aceleci davranıyorum. Biliyorum, biliyorum gencim ve her şey... Ama bu benim. Burada Melih Cevdet'e sığınacağım. "Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz".


Peki ne yapayım, diyorum... Bilmiyorum. Fikir yok. Görelim, nasıl "vuku bulacak" dakikalar, saatler, günler...