ben eski günleri çok özledim.

bir sonraki günün bir sonraki gün olmaktan başka anlamının olmadığı günleri özledim.

önceden karşımdaki konuşurken saçma sapan araya girip ‘’ben…’’ ile başlayan bir cümle kurmadan onu dinler, fırsat buldukça konuşur, yine dinler, yine dinler, fırsat buldukça konuşurdum. bazı geceler ‘’acaba hiç dinlemedim mi? hep ben mi konuştum?’’ diye kaygılanırdım. ama artık hep dinliyorum, hiç kaygılanmıyorum. ne konuşacak enerjim ne anlatacak hikayem ne de kalifiye bir yüklemim var. sizin dediğiniz gibi olsun, siz haklısınız, bence de, kesinlikle, aynen… 

artık savaş halinde olmaktansa, top-tüfek saldırmaktansa, kazanmaktansa sessizce kanepemde mağlubiyetimi kutlamayı tercih ediyorum. çay bardağında viski, sehpaya saçılmış çubuk kraker… çünkü insanlar sizi sadece kaybettiğiniz zaman yalnız bırakıyor, bu da büyük lütuf… yeterli derecede yalnızlık. kaybetmeye bir süre sonra alışıyorsun ama kalabalığa asla alışamıyorsun. denemesi basit; düş de gör.

bana iyi gelen bütün eylemlerde ciddi bir tasarrufa gittim; fazla enerji harcamadan travmalarımı düşünerek uyuyorum. 

sanki ben eski günleri değil de tekrar yaşama ihtimalim olmayan eski günleri çok özlüyorum. 

gördüm ve düştüm. 

ve yarın; bir sonraki günün dünüdür.