Ben gitmeyi de kalmayı da beceremeyenlerdenim
Bir hikâye anlatmıştı
Bir zamanlar
Bir kız yaşarmış, umut dolu ütopyasında
Arkadaşları onun bu hâline üzülür
Bir dost, bir yaren ararlarmış
Bulmuşlar
Bulmuşlar bulmasına da
Bilememişler umutlarının umutsuzluk tohumları ekeceğini
Kalbinin kırılıp, defterinin dürüleceğini
Kız çok sevmiş bu yareni
Bakmamış boyuna, huyuna
Ama gidememiş de suyuna
Onunla mutlu olmakmış niyeti arsızca
Başta her şey çok güzel ilerlemiş
Kız buldum demiş!
Ben kalbimin bahçesine, sen tohumları ektim
Zaman geçtikçe baş veren tohumlar
Zehirli birer sarmaşık gibi kızın kalbini sarmış
Kurtulmak istemiş, kurtulamamış
Ağlamış, çok ağlamış hem de
Sesini duyan olmamış
Karşısında ona bakan buz gibi bir duvarmış
Anlatamamış her şeyi
Tutuluvermiş dîli
Gitmesi gerektiğini anladığında
Kal diyeni olmamış
Ölülerin tabutlarını sırtlamaya alışmış ama
Yaşayanların tabutları ona ağırmış
Elini kalbine koymuş
Gözünden bir damla yaş akmış
Gidiyorum ama demiş
Ne zaman mutsuz olursan, gökyüzünde bir yıldız olarak gör beni
Ne zaman ki acırsa canın
Bil beni
Ne zaman ki istersen beni
Şiirlerinde göster kendini
Gitmiş kız
Kalbi de ruhu da çalılıkların arasına sıkışıp kalmış
Çocukken topladığı böğürtlenleri
Çalılardan ayıklarmış
Umutlanmış
Bir zaman demiş, karşıma çıktığında
Çizdiğim bir resmin
Yazdığım bir şiirin
Sevdiğim bir kedinin
Bindiğim bir trenin
Gittiğim bir şehrin
Bildiğim bir ezberin
Başrolü sen olmayacaksın!
Bilmeyeceksin her şeyin en güzelinde olduğunu
Pembeye boyanmış kaldırımlarda kahkahalarla koştuğumu...