Nasıl kaçılır yağmurdan?

Bir yere sığınırız değil mi? Ya da şemsiye açarız.

Sivri dişli bir köpekten? Okuldan kaçarken peşimize düşen güvenlik görevlisinden?..

Herkesten, her şeyden kaçarız. Nefesimiz kesilir, yoruluruz belki, kalbimiz aşık olmuşçasına çarpar ama sonunda kazanan biz olmuşuzdur. Peşimizde kimse kalmamıştır, yağmur damlaları bizi teğet geçiyordur. Her şey tamam...


Peki ya kendimizden?.. Kendimizden nasıl kaçılır? Nasıl saklanabiliriz bizi boğarcasına aklımıza takılan düşüncelerden? Nasıl susturabiliriz kafamızda defalarca bıçaklanmışçasına feryat eden çığlıkları? İnsan nasıl kaçar ki kendinden? Bir ucu her gece seni yadırgamadan, susturmadan dinleyen tavana, diğer ucu daima düğüm düğüm olan çoğu zaman seni konuşturmayan boğaza bağlanırsa eğer çözülür mü? Gerçekleşmeyecek hayallerinin peşinden koşarken yıllarca su toplamış ayaklarının altındaki o masum sandalyeye kim atacak o son tekmeyi? Sen kendini o keskin halata bırakacak kadar cesur musun yoksa?


Sahi geride kalan katil kim? Her ölümde bir katil yok mudur? Olmalı mıdır? İnsan kendi kendinin katili olamaz mı? Kafamızın içinde bizi yaşamımıza son verecek kadar zorlayan düşünceler olamaz mı katilimiz? İlla somut mu olması gerekir?


Ben intihar etmedim, kafamın içinden kaçamadığım için düşüncelerim tarafından katledildim. Boğazıma yapılan baskı halattan değildi, yaşarken yutkunamadığımdandı. Boğazımdaki düğüm halatın değildi, gözyaşlarımın düğümüydü. Ben intihar etmedim, öldürüldüm.