Aynı masada oturuyoruz. Bazen koyu kestane gözlerini gözlerimde unutuyor, bazen olduğumuz yükseklikten çok çok aşağılarda, sokakta ya da bir merdiven basamağında uyuya kalmış kedide. Bazense uzaklarda, denizde, karşı yakada ya da bulunduğumuz semtin evlerinde ve ağaçlarında. Neler düşünüyor bilmiyorum ama derinliğine çökmemiş henüz, hala burada. Rakı dolduruyorum, fark edip buzunu kendisi koyuyor. Bu sefer de dakikalarca bardağa teslim ediyor gözlerini. İlk kez tanışmıyorum bu haliyle ama hep yabancılıyorum. Ne küllüğe bıraktığı sigaranın söndüğünden haberdar, ne de yakmak için eline aldığı sigarayı hissediyor. Bana bakıyor ama baktığını bilmiyor gibi. Bir şeyler söylüyorum, duymuyor beni. Derin bir nefes çekip kendine gelince, elinde ki sigaradan habersiz, yeni bir sigara çıkıyor paketinden. Yaktıktan sonra fark ediyor. Benim için çıkardığını zannedip bana uzatıyor. Rakısından bir yudum aldıktan sonra önce suya, sonra çatala ve peynire gidiyor eli. Bana bakıp anlamsızca gülümsüyor. Gülüşünden daha anlamlı bir ciddiyet sarıyor sonra yüzünü. Konuşmaya başlıyor. Onu dinlerken bakakalıyorum. Yalana yetişemeyecek uzaklıkta bir gerçeklikle, egoist tavırlar sergilemeyişiyle, söylediği her şeyi yaşarmış gibi anlattığını düşündüren mimikleriyle ve bulunduğumuz yerin manzarasından daha kusursuz bir güzelliğiyle döküyor kelimelerini önüme. Sanki “Öl!” diyor. İhtiyacımız olan şeyin bu dünyadan kurtulmak olduğunu söylermiş gibi. Söylediği her şeyin mantığı ölüme çıkıyor. Bir cümleyi açıklaya açıklaya veriyor bana, ama yine de yetmiyor. Hiçbir kelime onun hissettiklerini yaşatacak cümleleri oluşturamıyor. Ölümden ne zaman bahsetse ne sesi hoşuma gidiyor, ne rengi, ne de tonu. Cümleleri ölüme gelmeden susmayı bilmeli. En azından yaşamak için nedeni olmayan hayatında beni bir nedenden saymalı. Saysın... Bana bir desin. Artık aşkın hiçbir şeyini yapamayacağını düşünüyorsa eğer matematiğini yapsın. Gerisini bana bıraksın. Ben onu sevmenin edebiyatında olabilirim.
Ben onu sevmenin edebiyatında olabilirim.
Yayınlandı