Kurduğum hayallerin babamın alım gücüne göre şekillendiğinin farkında olmadığım yaşlardayım.

Yine o yaşlardan dokuzuncusunun sonlarında babamın müthiş keyif aldığı bir etkinliğin en etkisiz elemanı olarak; yaşça benden hayli büyük olan kilimin en rahat kısmında oturuyorum. Babam yine mangalın başında, ben yine mutsuzum. Asıl mutsuzluğun bu olmadığını öğrenmem fazla sürmemişti ama...

Annemin ''oğlum salatadan hiç yemedin, hadi al salatadan'' ısrarlarından mı yoksa saatlerce üzerinde oturduğum kilimin renklerini saymaktan mıdır bilinmez, çok yorulmuştum. Dönüş yolunda arabada uyuyakalmışım; babamın amcasının ikinci karısının dizinde. Babamın amcasının ikinci karısının bizimle piknikte ne işi vardı onu bu yazıyı yazana kadar hiç sorgulamamıştım.


Uyandığımda üşüyordum ve annem üzerime o rengarenk emektar kilimi attı. Daha önce hiç yaşamadığım anlar yaşadığımın farkındaydım o an. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı, bir de tepeden bize bakan üç beş kişi. Annemim bana sarılıp ''korkma oğlum, bir şey olmadı'' demesiyle fark ettim yolunda gitmeyen şeyin arabamız olduğunu. Sekiz takla atmışız ve aslında tepede olan üç beş kişi değil derede olan bizlermişiz. İnsan düşünce anlıyor normalin kıymetini. Uykuya dalmadan önce arabanın penceresinden gökyüzüne en yakın tepelere bakıp oralarda olmayı hayal ederken şimdi bulunduğum yerinde sekiz kat aşağısındayım.


Bu zirve muhabbetini acil servisteki doktorada anlatmış olmalıyım ki travma geçirdiğimi söylemiş. Hâlâ da o travmayı atlatamadığımı söylüyor uzmanlar. Annemin o kazada ölmediğini, beni onun kurtardığını, sarılıp ağladığını ispatlayamadığım için.