Merhaba cılız çocuk.
Pek de hoş sayılmayan şeyler anlatacağım sana. Ne kadarını anlar, ne kadarına inanırsın bilmem. Karşımda buluversem seni, canını acıtırcasına sarılırdım. Küçük ellerini tutup gözlerinin içine gülümserdim. Çünkü senin gözlerinin içi gülümserdi. Bak ne diyeceğim, artık uzandığımda ayaklarım kanepenin yarısına değil de en ucuna geliyor. Anneme de tutup eteğinden kafamı yukarı kaldırıp değil karşısından bakıyorum. Ellerim artık yetişkin elleri gibi. Sana bir sır vereyim mi? Dünya bizim mahallemizden ve zar zor ayakta duran gecekondumuzdan çok daha büyükmüş. Eğlenmek için kocaman oyun salonları, dev salıncaklar, dönmedolaplar var burada. Ama sen yine de mahalleye gelen dönen salıncağa geri gitmeden yetişip binmek için annemden bir lira koparmaya çalış. Burada o anki heyecanını yakalayamayacak, o kadar eğlenemeyeceksin. Haftasonu erkenden herkesi ayağa kaldırıp babamın getirdiği çizgifilm CDlerini izlemeye ikna et. Sinema salonlarının bizim eski televizyonumuzun yerini tutmayacağına kefil olabilirim. Tüm bunlar bir yana özür dilerim. Hayallerindeki yerlere varamadım. Kalbinin ve beyninin parlaklığını koruyamadım. Her ne olursa olsun ileride çok mutlu olacağına dair hiç zedelenmeyen bir umudun vardı ya, ona tutunmayı bıraktım. Senin asla yapmayacağın bir şey yaptım belki de. Kabullendim. İstediğim her şeyi başarabileceğimi ve etrafımdaki her şeyi güzelleştirebileceğimi düşünmüyorum artık. Sende hep olduğunun aksine bir zorum yok hayatla. Biraz öylesine geçiyor günlerim, kendi hâlinde. Bana bakma sen hep kendin kal. Hoşça kal.