Yıllar önce bit pazarından aldığım, gri kalın ipten örülmüş, epeyce de eskimiş hırkayı sırtıma geçirip balkona çıktım. Bir sigara yakacak, biraz derde dalacak, biraz ülke gündemini, biraz semt pazarından alınacakları düşünecek, biraz üşüyecek çok vakit kaybetmeden içeri girecektim. Hava oldukça soğuk, gökyüzü griydi. Yağdı yağacaktı belli ki. Kenara itilmiş iskemleyi alıp oturdum. Küllüğü kendime çektim. Sigaramı yaktım. Cıvıl cıvıl kasımpatılarımın, üşümek bilmez begonyalarımın arasından yolun karşısı görünüyordu. Ellerinde şemsiyeleriyle hızlı hızlı yürüyen insanlar, onlar kadar aceleci arabalar, ileride dalaşan kedi köpekler.. Her şey, herkes olması gerektiği gibiydi. İçimi çektim, canım sıkkındı, keyfim yoktu.

Biraz ileride göz alıcı siyah rugan ayakkabılarıyla takır tukur yürüyerek bir kadın bu tarafa doğru geliyordu. Üzerinde siyah kadifeden uzun bir ceket, aynı kumaştan siyah bir şapka vardı. Elinde kocaman bir çanta taşıyordu. Pek havalı görünüyordu doğrusu. Yolun karşısına geçti, bu tarafa doğru yürümeye devam ettikçe yüzü daha net görünmeye başladı. Yaklaştı, yaklaştı. En sonunda tanıdım onu. Gelen bendim. Bana geliyordu.

Alelacele sigaramı küllüğe bastım. Kirli balkon terliklerini ayağımdan yere savurdum. Balkon kapısını hızla kapatıp kapıya koştum. Kapıyı açıp 45 saniye kadar yüzüne baktım. Duygulanmaya çalıştım duygulanamadım. Şapkasını çıkardı. Saçları yağlı değildi. Benim yağlıydı. Kıskandım. Makyaj yapmıştı. Kadife paltosunun içine lacivert bir kazak giymişti. İçeri geçsin diye kenara çekildim. Geçti. Kırmızı koltuğa oturdu.'' Niye geldin ''dedim.'' Konuşmamız lazım'' dedi.

Biliyordum. Yüzleşmek zorunda kalacaktım! Yoksa ikimiz de bok yoluna gidebilirdik. Çay ister misin dedim. Yalandan ''yok'' dedi. 5 saniye boş duvara baktı. ''Ya da olur ya'' dedi. Çay sevmezdi sırf pisliğine istemişti. Sinirlenerek çay suyu koydum. ''Ee ne konuşacağız'' dedim. Baştan ayağa süzdü beni tiksindi. ''Şu tipine haline bak'' dedi. Sinirlendim. ''Sen kendine bak'' dedim. Sustuk. Sonra konuşmaya başladık.

'' Ne olacak bu halimiz. İçim yanıyor. Millet o kadar derdin tasanın arasında bir yolunu buluyor, gülüyor, eğleniyor, bir sen bağlıyorsun bu karaları'' dedi.

Sinirlenmiştim. Taktın sen de millet de millet. Bok var milletin hayatında dedim. Evet bok var. Bizim neyimiz eksik kızım milletten, şu saçını bi tarasan iki boya badana yapsan fıstık gibisin yalansa yalan de lann! diye bağırdı. Lan ben onu mu diyorum dedim. Ne istek var ne heves bilmiyormus gibi konuşma!!! Delirtme beni...dedim. Sen var ya gördüğüm en gerizekalı insansın senden bi bok olmazzz diye ekledi. İşte bunu demeyecekti . Hemen atladım. Sen bilmiyor musun ben de iyi olmak istiyorum. Daha geçen gün doktora 450 lira bayıldım. Birşeyler için ben de çabalıyorum bilmiyor musun haa ?? Diye celallendim. İşte o anda ikimiz de ağlamaya başladık. Ketıl kaynıyordu biz ağlıyorduk. Ne yapacaktık şimdi? Nasıl geri dönecektik? Birbirimizi sevmek zorundaydık... Peki başarabilecek miydik. Başarmak zorundaydık. Ellerini tuttum. Şuan sana inancım sıfır. Bizden bi bok olmaz muhtemelen ama denemeye değer dedim. Burnunu çekti. Bize güveniyorum dedi. Hemen içimden bu güveniyorsa iyi bari birimizden birinin güveni şimdilik bizi idare eder diye geçirdim. Poşet çay çıkardım. bardağa koydum. Sıcak su döktüm. Asla içmeyecekti. Asla içmeyecektim. Çay sevmezdik. Biraz sınavlardan biraz ülke ekonomisinden bol bol da kafamızı takabileceğimiz şeylerden konuştuk. Sonra kalktı. Rugan ayakkabılarını giydi. Gitti.