Adını koyamadığım bir hastalık var üstümde. Okuduğum her şeyden bir parça semptom bulunduruyorum. Hastalığımda bile tutarlı olamıyorum resmen. Kaybettiğim kendinliğimi nerede bulabilirim, hangi motivasyona sahip olmalıyım bilmiyorum ama çarem de doktorlarda değil. Benim yıllardır özveri ile büyüttüğüm bir kist artık bana zarar vermeye başladı. O kadar büyüdü ki beni resmen artık o yönetiyor. Gel de şu cümleyi bir doktora kur da anlasın seni şimdi. Bana Dostoyevski gerek, beni bir tek o anlar, bunu biliyorum. Delinin halinden deli doktoru değil, deli anlar. Etrafında yok mu, bu devirde iki kişiden biri deli zaten diyeceksiniz bana şimdi ama bana yıllanmış deli gerek.
Ben bu devrin delisi değilim. Onlar beni anlamıyor. Beni zaman değil, içinde bulunduğum bu kişilik delirtti. Benim en çok kavgam da kendimle, bu yüzden dışarıdakilerle tartışmaya bile girmem.
Beni görseniz akıllı sanırsınız halbuki ben beni çok iyi saklayabiliyorum. Sanıyordum. Yoruldum, yorulmaya da devam ediyorum kendimle olan bu savaş sürecimde. Bu yüzden artık gizleyemiyorum da sanırım. Kendinde kabullenmek istemediğin bir şeyi birinin fark etmesi ne kadar zor, size anlatamam. Küçükken annenin bilmesini istemediğin bir şeyi saklarsın ya, utanıp da sonra o bunu fark eder de yerin dibine girersin. Küçük aklınla sanırsın ki sanki Dünyanın en kötü şeyini yaptım. Ha işte ben de küçük aklımla bunları düşünüyorum. Kendinle barışık olmamak dünyanın en aptal şeyi değil ama öyle de. Annem beni bu haldeyken sarmalayıp normalleştirmedi diğer anneler gibi. Ben de kendimi berbat hissettim. Sonra daha berbat bir şey yaptım yıllar geçtikçe. Annemin pro versiyonunu kendi içimde yarattım. O yokken şimdi ben yine kendimi onun maruzuna bırakıp sarmalamayıp ortada öylece yalnız bırakıyorum. Problemi virüs olarak kapıp kendi içimde varyantlarını yarattım da diyebilirim. Ben sanırım beni içten içe öldürüyorum. Kimsenin haberi yok, sesimi duyan yok ama ben bas bas bağırıyorum...