bence sana hep en güzel şeyler yakışır. boyuna bosuna, bakışına, karşıdan bana doğru süzülen yürüyüşüne, sinirlenince ifadesiz bakan yüzüne, gülünce sağ kenara kayan ağzına, kalbine, benim taş gibi hissettiğim ama sana en yumuşak hali buymuş gibi hissettiren kalbine, dilinden dökülen sözlere, dilinin ağzımın içindeki kesme şekerliliğine, parfüm sıkmasan da en iyi kokuların sende oluşuna hep en güzel şeyler yakışır. ben çocuksu muyum sahi? ele avuca sığmaz bir arsızlığım var değil mi? sanki sen bunca güzelliklerin arasındayken ben ayak bağıymışım gibi. sen yanaktan makas almasını bilirsin, ben küsmeyi. sen yemeden yedirirsin, ben ters bakış atmayı bilirim. naz, kapris, omuz silkmek bana yakışır. niye, niye diye kafa silkmek, her halta kulp bulmak, tüm yaşanmışlığı temcit pilavına çevirmek bana yakışır. ben muhabbetin en koyu yerinde annesinin eteğine yapışmış zırıl zırıl ağlayan o kız çocuğuyum. her istediğim ve tüm beklediğim ilgiler bendeyken sorun yok, yaşarım da yaşatırım da. hep kahkaha hep makara. boğazım düğümlenir ciddi mevzular ortasında. bana bunlar yakışır çünkü. bana tepelerden bakmak yakışır. bana, ördüğüm saçları çözmek yakışır. bana, kurduğum sofraları dağıtmak yakışır. bilmiyorum ben, başka nasıl ayakta kalınır. nasıl dimdik ve öyle yıkılmaz duruş atılır bilmiyorum. yaşım yirmi üçe dayandı ve yirmi üçte birinde bile yaşatılmadım. ben hep kendim yaşamayı öğrendim, hep başımı kendim okşadım ve hiçbir şarkı açıp ağlayamadım. bana kimse gelip neyin var, demedi, demezdi. istedim ki sen benim başımı okşa. istedim ki ben ağlarken yanıma yaklaş. herkese çarptığım o kapıyı tıklatıp da sen gir istedim. sana veya senden olmayan her şeye, ne fark eder? akan yaşımı sil istedim. sende de vardı küsmek, kabul et. sen kendine küsersin, ben sana. sen kendine darılırsın, ben her şeye. senin derdin kendinledir, benim bana uyuşmayan herkesle. ben şımarığım ama kendi kendimi şımarttım. ben istedim herkes kuyruk olsun bana, herkes tepemde car car konuşsun, ben kimseye cevap vermeyim. öyle de oldu zaten. kibrim ve dikbaşlılığım bana her şeye üstten baktırdı. senin istediğin neydi peki? ben beni biliyorum, yazıp çiziyorum da ama senin istediğin neydi? herkese kükrerken sana mırıldamam mı sorun? herkese yumruk yaptığım elimle yüzünü okşamam mıydı sorun? senin sorunun sevilmek miydi? aşk mıydı? ben kalbimdekini alıp en güzel köşeme oturturken sen kalbindekiyle herkesi nasıl aynı odaya doluşturdun? sen ne istedin? hep yalnız kalmak. sen, yaşantını hiçe sayan o aptal ahmak. sözlerini tutamayan ama bir o kadar da burnundan kıl aldırmayan, yirmi sekizine dayanmış ama on ikisinden çıkamamış o küçük çırak. sen ne istedin bilmiyorum. ben istediğimi ifade edemiyorum. biz; iki beden, bir ruh ama bir türlü duyguları denkleşemiyoruz. boş ver şimdi yazdığımı çizdiğimi. ağlamakla varılmıyor hedefe, öğrendim ben. sen de öğrendin evinden düşünmeden çıkmaman gerektiğini. şimdi gel ya da beni buradan aldır. ya benim yüzüme bak ya da kucağına kaldır. bir yatak çek yatağın yanına, aradaki çizgiyi doldur. istersen bana dönük yat, istersen göğsüme bastır. ben sana bir ağustos akşamı son kez sarılmadım, beni buna allah aşkına inandır.