Günlerden cumaydı. Bir cuma gecesi. Rosa’nın en sevdiği saatlerden biriydi çünkü bu vakitlerde bir kadeh kırmızı şarabını yudumlar, kitabını okurdu. Her gün kendi sıkıcı hayatından bunalıp başka diyarlara gitmek onun en sevdiği şeydi.
Dün gece romanını bitirmişti Rosa. Yeni bir romana başlamak için sabırsızlanıyordu. Koca bir kütüphanesi vardı. Ve binlerce okumadığı kitabı...
Hangisini seçeceğine karar verememişti. Bir macera romanı mı olmalıydı, korku mu, hüzün mü yoksa eşsiz bir aşk romanı mı? Emin değildi. Onca kitabın arasında seçim yapmak imkansızdı.
Tüm kitapları karıştırmaya başlayan Rosa’nın ayağına üst raflardan bir kitap düşmüştü. “Beni Sevdiğinde” adında oldukça kalın bir romandı. Rosa bu kitabı daha önce hiç görmemişti. Tüm romanlarını özenle seçerdi, unutmuş olmasına imkan yoktu. Nereden ve nasıl geldiğini anlayamamıştı. Üstelik kitabın ortalarında bir sayfa kıvrılmıştı. Yarısına kadar okuyup bıraktığı bir kitap... Gerçekten imkansızdı.
Rosa kitabı eline alıp koltuğa oturdu. Meraktan şarabını bile dolduramamıştı. En baştan okumaya başladı. Birkaç sayfa okuduktan sonra hatırlamaya başladı, bu roman terk ettiği eski sevgilisinin hediyesiydi. Ayrılıklarından hemen önce ona hediye etmişti. Rosa da muhtemelen sevdiği adamı yeniden hatırlamamak için yarıda bırakmıştı. O zaman duyduğu acılar halen taze mi bilmiyordu fakat son hediyesinin içini merak ediyordu. Kitabı sonuna kadar okumaya karar verdi. 4 saat boyunca aralıksız satır satır okudu. Kitap çok kalındı, bu gece bitirmesi imkansızdı ama yine de devam etti.
Roman, tüm zorluklara rağmen evlenen bir çiftin yaşadıkları maceraları anlatıyordu. David ve Maria. Birbirlerine delicesine aşık iki kalp. Sayfalar ilerledikçe daha da bağlanıyordu Rosa, elinden bırakamıyordu. Kitabı yarılamıştı. David, iş için uzak bir yere gidiyordu romanda. Ve oradan bir mektup yazmıştı Maria’ya. Rosa bu mektubu büyük bir heyecanla okumaya başladı.
“Sevgilim. Seni görmediğim her saniye çok özlüyorum. Bana bakışını, seslenişini, gülüşünü. Her şeyini. Keşke her an birlikte olsak. Buluştuğumuz günler seni evine bırakmasam, beraber evimizin kapısını açsak, her gün. Sen bana en sevdiğim yemekleri hazırlasan, ben sana en sevdiğin şarabı açsam. Ve her akşam birlikte romanlarımızı alıp karşılıklı okusak.”
Rosa anlayamamıştı. David ve Maria zaten evlilerdi ve tüm bunları yapıyorlardı. David hafızasını mı kaybetti acaba diye düşündü ve mektubu okumaya devam etti.
”Biliyorum bazen birbirimize kızıyoruz ama her şey sevgimizden. Seni asla bırakmayacağım. Ve eminim sen de beni bırakmayacaksın. David ve Maria gibi biz de güzel bir romanın parçası olalım sevgilim. Bir ömrü bir arada aşkla geçirelim. Seni seviyorum Rosa’m. Benimle evlenir misin?”
Bir arka sayfada da kitabın içine saklanmış bir yüzük... Uzun zamandır kütüphanesinde Rosa için yazılmış bir kitap ve onun için seçilmiş bir yüzük varmış. Oysa Rosa kitabı okumamış bile. Sevgilisi mektuptan sonrasını birlikte yazacaklarını hayal edip kitabın devamını boş bile bırakmıştı, o kadar ince düşünmüştü her şeyi. Büyük bir hayal kırıklığıyla karşılaştığında ne hissetmişti kim bilir...
Eline bir kalem aldı Rosa. Arka sayfayı çevirdi.
Büyük harflerle “Evet” yazdı.
“Eğer yaşasaydın sevgilim, seninle evlenirdim.”
Rosa’nın eski sevgilisi, onlar ayrıldıktan kısa bir süre sonra ölmüştü. Bir ölüden evlenme teklifi almıştı Rosa. Aslında ne çok şey kaybettiğini anlamıştı. Henüz nefes alıyorken kıymetini bilemediği aşkı için çok pişmandı. Çünkü görmüştü ki aşk, onun kıymetini çoktan bilmişti...