Sandalyemde oturuyorum ve bir şeyler üzerinde düşünmekten alıkoyamıyorum zihnimi. Sürekli aynı şeyleri sonsuza kadar, tekrar tekrar, durmadan, aralıksız düşünüyormuş ve hiçbir sonuca ulaşamıyormuş gibi hissediyorum. Sanki her şey mahvoluyor, bir şeyleri değiştirme fırsatım varken yalnızca izliyorum, bakıyorum, duyuyorum fakat hiçbir şey yapmıyorum, hiçbir şeye dokunmuyorum. Bir duvar örüp ardından tüm dünyayı izliyorum, her şeyin farkında olduğum hissine kapıldığım oluyor bu yüzden. Ardından hiçbir şey bilmediğimi hatırlatıyorum kendime, hiçbir şey olmadığımı. Aslında dünyada birçok şey üzerine birçok çeşit şey söylendi ama hiçbiri doğru gelmiyor bana. Farklı anlayışların farklı yanılsamalarını taşıyoruz üzerimizde, bundan farklı olduğumu hissettiğim oldu ama anlaşılmadığımı ve yeterince anlayamadığımı çünkü doğduğumdan beri bilinmeyenin, görülmeyenin peşinde olduğumu biliyorum. Çoğu zaman durup izliyorum olan biteni, kafamı insanların ne düşündüğü kurcalıyor. Yürüdüklerinde, koştuklarında, hiçbir şey yapmayıp oturduklarında bir yerlerde, kafalarından ne geçiyor? Yürürken ayaklarına baktıklarında kafalarını kurcalayan şeyin peşindeyim, kimin birazdan takılıp düşeceği endişesine kapıldığını merak ediyorum. Hareketler, eylemler ve söylemler hatta durağanlık bile öylesine karmaşık ki insan bedeni sanki hiçbir şey üzerine, her şeyin farkında olabilmek için kurulu. Bilinç çoğu zaman sahte değil mi? Öylesine düşünülmüş en ufak bir fikrin, düşüncenin bile farkında olmadığımız bilinçdışı birçok anlamı olabilir, bu düşünce beni oldukça korkutuyor çünkü kendimizin bile oldukça az bir kısmının farkında olduğumuzu fark ediyorum. Kendimizin bile bu kadar az farkındayken, dışarıyı, diğer insanları, kendi bilincimiz dışında gerçekleşen olayları anlayabileceğimizi düşünüyoruz fakat tüm bunlar büyük bir yanılsamadan fazlası değil. Çok uçuk istekler değiller mi? İnsan düşüncelerini atomların aralarındaki boşluklarından dolayı asla birbirine dokunamamasına benzetiyorum. Parmaklarınız birinin yanağına asla dokunamayacağı gibi düşünceleriniz de asla birbirinin düşüncesini anlamaya varamayacak, yaklaşacaksınız en fazla kıyısından köşesinden, ötesi gelmeyecek. Belki de bu yüzden çok fazla düşündüğümüz zamanlarda büyük boşluklara düşüyor, büyük buhranlar geçirdiğimizi sanıyoruz. Aslında anlaşılma kaygısının getirdiği bizleri yanıltan küçük bir oyundan ibaret hepsi.

Düşüncelerime ara vermem gerektiğini hissediyorum ve penceremden dışarıya bakıyorum. Her şey çok renkli görünüyor bazen. Apartmanların dış cephelerindeki boyalar, deniz, gökyüzü, pencerelerdeki camlardan yansıyan ışıklar, sokak aydınlatmaları. Sanki hiçbiri gerçek değilmiş ve fazla detaycı birinin kafasını kurcalayan yapılar. Penceremi kapatıyorum, ellerimi yıkıyorum, bileklerime çarpıp, ellerimden parmaklarıma akan su gibi tüm düşüncelerimin de akıp gittiğini ve bir daha dönmeyeceklerini düşlüyorum. Sanki bunun gerçekleşmesini mümkün kılacakmış gibi gözlerimi sıkıca kapatıyorum, çenem geriliyor, yanaklarımda bir acı. Gözlerimi açıyorum, tüm düşüncelerim yerinde, yanlarında çok daha kötüleriyle beni bekliyor. Kafamdan ayak parmaklarıma kadar bir yorgunluk hücum ediyor, yatağıma yatıp ardından soluma dönüp bacaklarımı göğsüme kavuşturmayı ve ellerimle bacaklarımı sıkıca sarmayı düşünüyorum. Yapabilmek için yatağıma dönüyorum, doğduğum ve büyüdüğüm yatağıma.