gece üst üste durduklarında bana mutlu olacakmışım gibi hissettiren yorgan-battaniye kombininin altından görüyorum dünyayı. beni çağırmıyor etraf. kendime kızıyorum hazır değilim diye. biraz daha uyuyayım diyorum. mutsuz bir uyku olacağını hissedince vazgeçiyorum. gerçek birilerinden özenildiği çok belli olacak diye korktuğum bir tavırla şarkı söylemeye başlayacak oluyorum sabah mutluluğu niyetine, perdeyi çekiyorum ilk. alarm çalmaya başlıyor, alarmdan önce uyandığımı fark edip biraz mutlu oluyorum. perde umurumda değil artık. şarkı söyleme isteğim de geçmiş oluyor ama. telefonuma bakıyorum sonra, hayır bakmıyorum, evet bakıyorum, beş dakika bakıp kapatmak üzere bakıyorum, hayır daha uzun, beş dakika, hayır dakikalarca telefonda kalıyorum. bu oyalanmaya kızacağımı biliyorum. içimden hemen çok hızlı bir karar alıyorum bunun üzerinde durmayacağıma dair. belki de almıyorum. öyle hızlı geçiyor ki. kim düşünmüş oluyor benim yerime, algılayamıyorum. atıyorum kendimi bir listenin içine. o zaman bir şeyler yemem gerekiyor ilk önce. dolaba yöneliyorum içinde olabilecek herhangi bir yiyeceği canımın istemeyeceğini bilerek. bakıyorum sonra iki tane fosalmış çeri domates, yarım limon, biraz salata için malzeme var. haklı çıkıyorum. dolabı kapatıp evden kaçma bahanemin peşine düşüyorum. kıyafet dolabında uygun koordinatlarda dizili olan siyah üst ve siyah altımı elimi koyduğumla bulup geçiriveriyorum üzerime. aynaya bakıyorum, hoş bulduğum hiç kimse gibi gelmiyorum yine gözüme. 



renkleri kafamda sokağın çıkmadan önce, dar bir cadde üzerindeki sağlı sollu dükkanlar, birbirine rakip üç marketin manav reyonu, kaldırımın üzerinde evcil hayvanını dolaştırmak üzere çıkmış, nerede yaşadıklarını tahmin ettiğim evlerinin içine hiç girmediğim insan profili aklımda. koşar gibi, içimden ritim tutarak yürümeye devam ediyorum. bayağı bayağı ritmi ben tutuyorum.



içimde bir his, dün geceden kalma olmadığından emin olamadığım, dün gece için de aynı ihtimalin bir önceki gece için olduğu ve bunu şimdi bilemeyeceğim bir küçük çaresiz his. yürüyorum; hoplaya zıplaya geçtiğim de oluyor bazı kaldırımların üzerinden, dakikada bin sekiz yüz göz kaçırması, el ayak titremesi ile de. ikisi de ben miyim diyor, birini bile sahiplenemiyorum.


farkındaymışım gibi gülümsüyorum durumumun, bir şeyleri biliyorum sanıyorum henüz.

inanır mısınız, her şeyleri de biliyorum sanıyorum hatta.

o cahil, bu cinsiyetçi, şu kaba...

içimden şakalar yapıyorum, kendimi pamuklara sarıyorum.

hepinizi ama hepinizi biliyorum.


henüz yeterince bulanmamış kafam, geçirdiğim bir günde bayağı eğleniyor sanıyorum kendimi, ayakkabılarım henüz arnavut kaldırımlarıyla temasını kesmeden.


şimdi biliyorum ama, o zamandan bile beni bekliyor evde yıllar sonram -aslında yıllar öncem-.

hiçbir içeri girişimde yanıltmadı, burnumdan getirirken tüm o sokakları.


bir sokaktan dönemeden henüz, buraya kadarmış diyorum. tam cümleyi bilmiyorum ama sonradan anımsadığımda oraya kadarmış gibi hissettiğimi biliyorum. hatırladığımda daha kanatıcı geliyor hatta yaşadığımdan. çünkü nereye kadar olduğunu bile bilemiyorum o zaman. küçücüğüm ve sadece sokağa çıkıyorum.


yıllar geçiyor sanki bir yerden bir yere ulaşmaya çalışırken. kaç yıl geçer de bir insan, bir insan daha iki insanın ikisi olarak da kendi olabilir ve hangi iki yılın arasında kalmalıydım bilmiyorum.



tanımadığım bir sürü insanla birlikte eve dönüyorum. ben aslında hepsiyle benim evime gitmek ya da beni hepsine götürmek istiyorum da bir tek benim evime tek dönmek istemiyorum.

eve dönmemek için neler neler yapıyorum, ne yollar uzatıyorum da başlardan en başlara dönüyorum.


bir sürü kişi oluyorum yine kısa bir mesafede, hiç ummazken.

birinin selamı durduracak bunu bir yol ortasında biliyorum, başkasının selamını bekliyorum.

yürümeye devam da ediyorum yine. dönüş yolunda daha başka zorluklar düşüyor peşime. hepsi birbiriyle öyle iç içe öyle kilitli ki. bulaşıklarımın yıkanmadığını da, yüz yıldır yalnız olduğumu da biliyor yüzüme bakan herkes.



bunlar bez çantamda, yokuşlardan yokuş beğeniyorum başka seçeneğim varmış gibi. 

dönüş yolundayım hala.

bir aktariye görüyorum. içeri girsem her şey halimi hatırımı soracakmış gibi satıcıdan başka.

girsem mi girmesem mi kararsızlığındaki bakışlarım satıcının radarına takılıyor ve içeride buluyorum kendimi. 

ne alacağımı bile bilmiyorum ki, korkuyorum kızacak diye. haklı da.


kendime gelip; biriyle içim dolsun, ötekisi bayatlasın diye iki ekmek alıp evimi aramaya devam ediyorum.