Perde aralanır, penceremin ötesindeki sabah 6 buzulluğu, odamın sarı sıcak ışığına meydan okur. Bu kadar huzur dolu bir odada içim nasıl böyle sıkkındı? Dışarının buzulluğuna, kimsesizliğine, sahipsizliğine rağmen, sokak isimleri bile sokakları bir başına bırakmışken nasıl böyle umut verir? Penceremin pek de sağlam olmayan camlarından içeriye boğuk, doluca ama kısık bir gürültü sızıyor. O kadar az duyuluyor ki aslında. Bazen uzaktan seyrek geçen araba sesleri…


Önüme dönüyorum kafamdakilerden bile dağınık bir oda. Mümkün değil bu dağınıklıkta bir iş yapamam, defteri açmak da ne demek! Ama bugün işleri hiç mi hiç yoluna sokasım yok. Bu yüzden şimdi yazacağım ancak odamı toplamayacağım. Şimdiyse karşımda penceremden aşağıda kalan çatılar, görmek için çenemi yukarı kaldırdığım çatılar ve onların üzerinde oyun oynayan ve biraz da zorunluluktan uçan martılar. Geçen gün öbür pencereden yine bu saatlerde bakmıştım ve karşımda bir silüet gibi belirip asla gitmeyen ve bas bas bağıran bir karga vardı. Elektrikler kesilmişti ve sokak henüz yeni ağarmaya başlayan günün soluk ama içi dolu mavisiyle aydınlanıyordu sadece. Hemen karşımdaki ne tür olduğunu bilmediğim ağacın en hassas gözüken ama en üstte, doğal olarak, tek başına savrulan dalına kondu ve gitmedi oradan. Dal da kırılmamıştı. Aralarında uyum olması ilginç değil ama dikkatimi çekmişti bu olay ve ben de fotoğrafını çektim. Çünkü bazı anlar vardır ve onların özel ve son ve an olduklarını bilirsin. Tüm evrene karşı çıkıp an’ı taşırmak istersin bir daha bir daha ve bir daha yaşayabilmek için. Bu yüzden ölümsüzleştirmek istemiştim.


Eskiden sevdiğim bir özelliğim vardı: gözlerimi derince kırparak gördüğümü aklımda çizip fotoğraflandırmak taktiği. Böylece o anı bir akıllı telefonla ya da telefon ışığıyla veya o an dışında kalan hiçbir şeyle kirletmemiş olup yine de ölümsüzleştirebiliyordun. Neden artık bu kadar sık yapmıyorum acaba? Aklıma İzmir Selçuklu'daki kamp gelmişti. Orada bir yer vardı, kitap standının hemen oradaki nöbet yeri. Orada öyle güzel bir manzara vardı ki… Saat kaç olursa olsun, her biri ayrı özel ve güzeldi. Gerçi o alan tamamen böyleydi ama orada durup öyle tek başıma… Bazen yanıma insanlar gelir giderdi ama orada öylece kalmak sanırım gençliğimi düşündüğümde aklımda canlanacak hüzünlü ama gülümsetici bir şey. Sonra Silivri'deki o dalgalı ev. Korkularımı, kendimden vazgeçişlerimi, beklemelerimi, özlemi, kavgayı, fedakârlığı, aşkı, umudu, isyanı misafir eden dalgalı ev. Orada bir sürü fotoğrafım var. Gençlik işte. Her hatırladığımda gülümserim ama gözlerden bir damla yaş da gelir beraberinde. Sanırım bir sigara sarmalık mola vereceğim tam da cümlenin bu noktasında, görüyor musun yazan ellerimi ve birazdan çok yamuk bir sigara saracaklar aynı zamanda?


Evet, işte geldim. Bir şeyler yolunda gitmiyordu. Bunu her halimden anlayabiliyorum. Her ne kadar özellikle şu sıra kendimle çok sık konuşsam da kendime bile dile getirmediğim şeyler vardı. Sanki dile getirirsem, perdeyi aralarsam iki ışık da yok olacak gibi. Yani aradan perde kalkarsa karmakarışık olacak her şey daha da. En azından bu zıtlarla yaşamayı biliyorum. Aslında zıtların aynı olmaları işleri kolaylaştıran noktaydı ama bu çok az kişinin farkına varmış olduğu bir sırdı ve bunu o kadar çabuk söyleyemem, ağzım mühürlü. Aslında böyle yaşıyordum zaten ama perdenin orada öylece durması formaliten bile olsa güven veriyordu. Biliyor musun her şey yine değişti. Tepetaklak olanından. Durum öyleli yani. En güvendiğim yerden kaçıyorum sürekli. Çünkü oranın ismi değişti. Orası artık ne en ne güvendiğim ne de yer. Sanki evrende bir yer kaplamıyormuş bile. Ama içine beni sıkıştırmışız gibi bir şekilde. Olmayan bir şeyde var olmaya çalışıyorum. Böyle konuşunca karışık geliyor ama her ne kadar hissettirdikleri daha karışık olsa da insanlar arasındaki karşılığı çok basit bir deneyim. Ancak apaçık söyleyebiliyor olsam sanırım yazmaya hiç başlamazdım zaten.


Her gün mücadele ettiğim şeylerin sayısı artıyor ancak işaretler de öyle. Bir yandan bulup bir yandan kaybediyor gibiyim. Hayallerim hız kesmeden devam ediyor. Umudum bir dakika var bir dakika yok şeklinde ilerliyor. Uykum var ama uyumak hiç yok şeklinde ilerliyor ya da uykum hiç yok enerji patlamalarım var. Canım enerji patlamalarım. Neyse artık hava iyice aydınlandı ve odamı aydınlatan ışığımı söndürdüm. Şimdi bu karışık yazıyı buraya bırakacağım. Söyleyeceklerim bu kadar değil ancak söyleyeceklerim bu kadar. Madem karışık bir şeyler oldu o halde bir de şöyle bir soru bırakayım: aklımdan bir sayı tuttum, bu 1 ila 50 arasında. Sence kaç? Ha bir de acaba bugün benim için bardağı sol elinle tutacakken sağ elinle tutar mısın? Ya da tam tersi. Teşekkürler.