Yapay kahkaha, ithal hayaller, aklına hiç gelmiyormuş gibi eskiler... sanki öyle bir süre ki her kimsenin etrafında gri gri kollar, yüzler, kahkahalar. Kahkahalar gri değil onlar daha turuncumsu tonda. Acı verici bir turunculukta ama yine de soluk. Öyle olmalı, solmalı sanki. Biz biraz abartıyoruz. Neymiş her zaman o andaki tüm renkleriyle. Böyle ömür geçmez ki o an bile öldü. 

Ama ya bir daha kahkaha atamadıklarımız, bir nefesi bile beraber alamadığımız artık, onlar? Öyle garip ki şuraya iki senedir gelmedim mesela. Bu iki sene. Bu hem hızlı hem dopdolu, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen iki sene... Nereyi anlatsam yine eksik kalır. Ki anlatamam da zaten, öyle bir şey değil, garip. 

Hem konuşmak istiyorum hem susmak. Hem bağırmak böyle boğazım falan acımasın gücüm bitene kadar bağırayım hem de bir köşeye çekilip her saniye katlanan acıyla kendime sarılıp yatmak. 

Çok şey oldu. Belki yüzeysel kaçacak, kaçabilir. Ama bundan daha fazla kelime bulamıyorum. Yoruldum ben biraz galiba. Oysa demin danstan çıktım, güldüm eğlendim. Oysa daha dün ilk defa bir halloweene katıldım. Bir yandan güzeldi de. Ama sanki daha mı çok sevinmeli ya da daha mı kendimi kaptırmalıydım? İçine girip kendimi kaptırdığım anlar oluyor tabi ama bir şey eksik. Tamamlanabilir bir şey mi veya buna ihtiyacı var mı yoksa olmayan bir şeyi varsayıp eksikliğiyle bir ömür mü çürütüyorum onu yaşamak yerine, bilmiyorum. Bilmiyorum bu yaşamın gerisi inişi çıkışıyla böyle mi? Yoksa depresif bir ruh hali mi bu, bilmem. 

Bir yandan iki gün önce çalıştığım yerin orada içini çeke çeke ağlayan sokak satıcısı bir çocuk, henüz sekizinde belki ama altmışında diyebiliriz gibi bir ağır başlılıkla ve yine de çocukça ağladı sokağın ortasından apartmanın merdivenine kadar. Oturdu, çaktırmamaya çalıştı, başını dizlerinin arasına gömünce görmezler sandı belki, çocuk. Herkes gördü onu. ‘Çocuk ağlıyor’ diye mi düşünüp gitmediler yanına hiç ya da o kadar büyümüş ki ona bir yetişkin gözüyle bakıp ‘kendi halleder’ mi dediler? Kimse düşündü mü acaba o çocuğa bir şey mi yaptılar?  

Tabi bir anı örnek vererek duygusal mastürbasyon kaçar bu yazıya belki, üstelik konuyla alakasız gibi göründüğünden, yapıca çok güzel eleştirilebileceğinden. O halde bir anı daha; 

Birkaç sene önce mezun olduğum üniversitemin yemekhanesinin önünde kendini asan bir arkadaş. Birkaç gün önce üniversiteden bir arkadaşımın kardeşiyle tanıştım, biraz sohbet ettik o da orayı kazanmış. Yemek fiyatlarından bahsetti özür diledim çünkü bizim dönemimizde başlayan zamlara engel olamadık biz. Bir kısmımız umursamamıştı bile. Ve yurtta kalan bu sevgili arkadaşım kaldıkları binadaki asansörün bozuk olduğunu ve bir süredir şikayet etmelerine rağmen hala bir çözümde bulunmadıklarını söylediğinde kanım çekildi. Çünkü burada yaşayan herkes, burada neler olduğunu biliyor. Söylenebilecek ne var bilmiyorum. Hepimiz deliler gibi çalışıp karşılığında hiçbir şey alamıyoruz. Haklarımızı bile alamıyoruz. Sürekli birilerinin ötekisiyiz. Öteki demişken bir de savaşı destekleyenler var, hem de maç izler gibi fanatik bir taraflılıkla. 

Bunun yanında hiç sormadığın bir soruyu soruyorsun bir gün. Cevabını duymaktan korkabileceğin bir cevap da geliyor. Sonra soru yağmuru tabi ama yarısı içerden. Sonra birine sarılıyorsun, ne o senin kafandan geçenleri biliyor ne sen onunkileri. Sen onunkileri daha az. Onun kalbinden geçenleri de bir türlü hissedemiyorsun. Aslında bir süredir başkasına ait olan bir yatakta uyuyup uyanıyorsun. Seviyorsun. Sevmek güzel şey, ben kendimi, birilerini, bir şeylerini, bir şeyleri sevdiğimde yaşıyorum.  

Sonra yapmam dediğin şeylere birkaçını daha ekliyorsun, o omurgasızlık da çaresizlik de ağırlık yapıyor, ağrı; bel ve omuz ağrısı.  

Kafana vuran gerçekler var. Bal gibi bildiğin ama ona göre davranamadığın. Hayatımızın içinden geçenler var. Beş dakika mola verip devam etmişler de kokuları sinmiş gibi. Asırlardır kokuları sinmiş gibi.  

Gözümün içi parlıyor mu artık, bir süredir kimse söylemedi. Uzun süredir ben görmedim kimsede bunu. O çok güzel bir şey. Biliyorum, çok yüzeysel kaçacak, kaçabilir ama çok güzel bir şey. 

İşte okuyucu arkadaşım; benim bir günüm en az böyle geçiyor. Bunların içinde, bunlara rağmen güzellikler var. Yaşamayı çok seviyorum. Ama daima ipteki bir cambaz olarak kalıyor yaşamak bende. Tüm bu anlattığım belki karışık ve parça parça şeyler benim bir günümü oluşturuyor daha fazlasıyla beraber. Bunun bir süreç olduğuna inanmalı mıyım, yapabilir miyim, yapabilir miyiz bunu?