Müzayede de bir Entel Piç satın aldım. İsmi murat. Kısa boylu, iri dudaklı ve sert bakışları olan biri. Sessiz bir araba yolculuğundan sonra eve vardık.
Neredeyse hiç konuşmadı. Aç mısın dediğimde kaçamak bir cevap verdi. Aç olduğunu anladım. Pizza söyledim. Pizzayı sevdiği söyledi.
Neredeyse kazıklandığımı düşündüm. Bu his gün boyunca peşimi bırakmadı. Karşımda duran Entel Piç, Murat, o kadar sıradan konuşmalara katılıp gülüyordu ki bazen komik olduğunu bile düşünebiliyordum.
İlk gün tanışıklık ve ev turundan ibaretti. Satın aldığım şeyin değerini göremeyecek kadar sakin bir gündü. Açıkçası heyecanlıydım. Onda görmek istediklerim vardı. Bekliyordum.
Gece olduğunda odasını gösterdim. Teşekkür etti. Dolu kitaplar dizmiştim. Enteldi sonuçta, kalın klasikler, modern resimler, avangart şiirlerin asıldığı posterler. Hepsi onun içindi, benim için ise sıradan şeylerden ibaretti, belki sıkıcı.
Gece yatağıma kurulup onu izledim. Biliyorum etik değil ama odasına gizli bir kamera yerleştirip ne yapacağına bakmak istemiştim.
Tüm gece onu izlerken ara ara gözlerim kapanmıştı. Ne eline bir kitap alıp okuduğunu gördüm ne de resimlere uzun uzun baktığını. Kazıklanmıştım, öyle hissettim. Sonrasına yatağında öylece tavanı izlerken bir his ruhuma saldırdı. Bu sıradan adamın saatlerce tavanı izlemesini izledim. Sonra biraz daha yaklaştığımda telefonuma, görüntü pikselleşti ancak anladım ki, evet fark ettim ki o gözlerdeki acı anca bir entel de olabilirdi. Sevinç dolu bir çığlık attım odamda.
Kazıklanmamıştım.
Büyük bir keyifle izlemeye koyuldum. Ne düşünüyordu acaba. Yarın intihar mı ederdi, belki dolu kitapların arasında ruhu o kadar yabancıydı ki kendisine okumaya bile üşeniyordu ve bundan vicdan azabı çekiyor olmalıydı.
Tüm bunları düşünerek uykuya daldım. Ertesi sabah bana kahvaltı hazırlamıştı. Suratında mahcup bir ifade vardı. Sanki kahvaltı hazırlayıp kendini sevecen göstermekle mutfağını kullanmak arasında sıkışmış bir mahcubiyet vardı omuzlarında. Gülümsedim ve teşekkür ettim.
Oysa gülümsememin nedeni başkaydı. Evet bu Entel Piç’ti. Yaptıklarını tartıp içini kemiren yanlışlardan aranıp acısını yüreğinde taşıyan yalnızlardan. İçimden öpesim geldi onu, parasının hakkını veriyordu. Mutlulukla hazırladığı omlet yedim, çayı yudumladım.
İşteyken, toplantıda, emirler verirken hep onu izledim. Evin her yerinde kamera vardı. Piksel görüntüsü karşısında kendimden geçiyordum.
Olabildiğince bizim gibi olmaya çalışan bu herifi izlemek ayrı bir keyifliydi. Saatlerce boş boş oturmasını, bir kitaba başlayıp diğerine geçmesini ve ondan da sıkılıp eline kalem kâğıt alarak bir şeyler çiziktirmesini izledim. Dışarı çıkabilirdi oysa ama çıkmak istemediğini boş bakışlarından anlıyordum. Acısına tutunmuş bir kayıptı o. Ondan utanıyordu, gizliyordu, fark edildiğinde kızarıyordu. Ne tuhaf herifti. Ne güzel bir şeydi öyle.
Eve geldiğimde edebi tartışmamız oldu. Ben fena sıkıldım. Baya yalayıp yutmuştu kitapları ve kitaplar hakkında söyleyecek çok şeyi vardı. Bazen konuşurken kendini kaybettiğini ve üst üste yığdığı yorumlar karşısında şaşırdığımı hatırlıyorum.
Türk edebiyatını gömmesini izlemek keyifliydi, bilim kurgunun yüceliğinden bahsedip kurgunun önemine dem vurması ise görülmeye değerdi. Sanki kendisini başkasının fikirlerine sokmaya çalışan biri gibi davranıyordu. Acaba bunu fark etmiş miydi?
Ailesi hakkında birkaç bilgim vardı. Sekiz kardeş. Baya çatışmalı bir ortamda büyümüş olmalıydı. Babası ve annesi hane şu demode insanlardandı. Sevgi cümlesini görmediğine iddia girebilirdim. Kendini sevdirmek için birçok kitap okuyup bir şeyler çiziktirdiğini, dikkat çekmenin başka bir formu olan bilgeliğe sığındığını fısıldayabilirdim. Ama sustum. Neden bu eğlenceye bir son verim ki. Mutlu olması işime gelmezdi.
Mutsuz insanları severdim ben, kendisiyle barışık olmayanı, kendinden göremediğini başkasında arayanı, gece boş gözlerle yaptığı yanlışları düşünüp yüreğini dağlayanı...
İçine ata ata taşlardan kendine kocaman bir kuyu inşa eden insanlar. Hareket etmek bile zor gelir onlara, çözemedikleri şeylerin ağırlığı altında ezilirken diğerlerini, bizi izlemek nasıl da eksik hissettiriyor olmalıydı.
Oysa bizim de acılarımız vardı. Farklı değiliz o konuda ama onları bir şekilde dışarı atarız. Annemiz sevdi bizi, babamız gurur duydu, sosyal yeteneklerimiz vardı doğarken, hayır demeyi bildik, kendimize kötü gelen her şeyi sildik bir çırpıda. Acı oradayken ertesi günün ekşiten hatırasıydı bizim için. Peki o, Murat gibi insanlar, onlar acısız neydi ki, kocaman bir hiçlikti. Kendinden kaçabilmek için, babasıyla arasını düzeltmek için verdiği parçalarından geriye ne kaldı ondan. Koca bir sessizlik mi?
O sessizlik ne güzel bir şey. Gece odalarımıza dağılırken onu tekrar izlemek. Tavanı izleyen gözlerinde katil gibi hissetmesi kendi hayatına, bir şeyleri beklemek ve yapmak arasında ince çizgi de yürüyemediğini bilmek. İşte o gözlerde keyifle izlemeye doyamadığım şeydi Murat’taki.
Entel Piç’in karşılığıydı. Paramın sonun kadar hak eden bir oluştu. Her şeyi doğru yapmak ve yıkmak. Alıp başını gidememek, sessizlikle beklemek. Ama neyi?
Sabah uyandığımda bu sefer kahvaltı yoktu. Murat’ın odasını çaldım seslenmedi. Bende arsız gibi aralayıp kapıdan içeriye girdim. Mastürbasyon yapıyordu. Terli ve lekeli sırtı bana dönüktü. Sesimi çıkarmadım, o da fark etmedi. Biraz izledim. Orada acı mı yoksa zevk mi aldığını bilemediğim hırıltılar çıkardı. İçime düşen kocaman bir tuhaflık dalgasıydı onu öyle görmek, sanki o zevk anıyla bu dünyadan kaçmak istermişçesine kendini tatmin ediyor gibiydi. Kaçışı, birazcık olsa da mutlu bir an yarattığını görebiliyordum kendinde.
Boşaldığı esnada bir kedi gibi hırıltılar çıkartıp kendini yatağa attı. Ve öylece sessizce uzun süre durdu. Ona seslenmek istedim ancak yaptığından daha bir utanacaktı ve bunu istemiyordum. Ne de olsa bizim kadar medeni olamayacağını düşündüm. Ailesi, ona bunu öğretmiş olmalıydı. Koca bir utanç duymayı.
Sessizce odasını terk ettim. Kendime kahvaltı hazırlayıp telefondan onu izledim. Öylece yatağında bıraktığım gibi uzanıyordu. Onu izlerken insan bir tuhaf hissediyordu. Anılar peşini bırakmayacak bir gölge gibi, yanı başında size dönüşecekler sanki...
Kendinden utandığını, yaptığı şeyin suçluluğuyla dövüştüğünü anlıyordum. Gülümsedim. İçimden kocaman bir sevinç çığlığı vardı ve attım bende. Ses mutfakta dolanıp geri bana geldi. Murat değildim sonuçta. O utana bilirdi ama ben bir şeyi saklayamayacağım kadar kendimdim.
Benim hüzünlü Entel Piç’im.
Murat’ı alıp arkadaşımın partisine götürdüm akşam. Güzel bir kıyafet aldım sesini etmedi. Etmeyeceğini biliyordum. Sanki görünmez bir tasma takıp peşimden sürüklüyordum. Ne hoş. Hayır demek yapamadığı şeylerden biriydi.
Onu partiye götürmemin ilk nedenlerinden hava atmaktı. Ki öyle de oldu. Herkes merakla süzdü onu, ilgiyle baktılar. Ağzından çıkan sıradan kelimeler bazen onları sıktı ama gözlerindeki şey hep ilgi çekiciydi. Büyüleyiciydi.
İkinci şey ise kadınlarla olan ilişkisini merak etmemden kaynaklı bir şeydi. Parti de dekolteli, güzel kızlar gırlaydı. Doğal olarak bu ilgi çekici adamla, benim Entel Piç’imle ne yapacaklarını merak ediyordum.
Hiç ölçüsünü kaybetmedi. Belki biraz içmiş olabilirdi ama kafası hep yerindeydi. Herkes piyanonun müziğine bırakmışken kendisini, onun hiç eğlendiğini görmedim. Sanki yasaktı eğlenmek. O anda kendini bırakıp gülmek ona yakışmıyordu. İnsanları eğlenirken görmek daha bir sessizleştiriyordu onu. Yanına gelen kadınlara ne dediği bilmesem de hep uzaklaştırmayı beceriyordu. Hiçbir kadının göğüslerine baktığını görmedim. Uzun süre süzdüğü birisi olduğunu da düşünmedim açıkçası.
Tuhaftı. Herkes o anı yaşarken Murat sanki orada değil gibiydi. Kabuğunu bırakmış ruhu cehennemde yolculuk ediyor gibiydi.
Akşam olduğunda eve vardık. Gecenin nasıl geçtiğini sorduğumda eğlenceliydi dedi ve sarhoş olduğunu, kafası ağrıdığını bahane edip odasına gitmek istediğini söyledi. Yalan söylediğini anlıyordum. Sarhoş değildi ama kibarlığından ödün vermemek için makul bir bahane seçmeyi tercih etmişti. Bende gülümsedim.
Akşam yatağımdan onu izlerken yine mastürbasyon yaptığını gördüm.
Nasıl da mutluydum. Sonunda o mutsuz insanlardan birisiyle takılabiliyordum.