“Ne demek bu benim savaşım değil? Sen bu dünyanın parçası değil misin?”

Nereden alıntılamışım bilmiyorum. Muhtemelen ya bir film repliğidir ya da okuduğum kitapta geçen bir cümledir. O an için etkilenmiş ve bir kenara not almışım. Az önce bir yerlerden alıntıladığım notlara bakarken gördüm ve yine etkilendim.

Sahiden de böyle yaşamıyor mu insanlar? ‘Bu benim savaşım değil’ diyerek yani. Dünyanın bana en uzak köşesinde acı çeken birinin acısı benden ne kadar bağımsız olabilir? Yalnızca acı duyma üzerinden belirtmiyorum. Yine dünyanın öbür ucunda konuşulamayan bir dil eğer ben bu dünyanın bir parçasıysam benim de sorunumdur elbette. Ya da soyu insanlar yüzünden tükenmekte olan bir başka canlı da öyle. Eğer ben kendimi bu dünyanın bir parçası olarak kabul ediyorsam dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir sorun benim de sorunum olabilmeli.

Bir savaş var sürekli kendini var etme çabasında olan. Ben bunu evrensel işleyişin bir zorunluluğu olarak görmüyorum. Çünkü yürütülen genel savaş, varlığını sürdürmenin savaşı olarak görülebilir. Ama öyle değil. Yer kapma, alan kazanma, daha fazla imtiyaz sahibi olma maksadı taşıyan savaş nasıl doğal olabilir? Ya da kendini baskın hale getirme, grubunu hâkim kılma, anlayışlarını dayatma… Bunlar benim kavgam, savaşım, mücadele gerekçem olamaz. Doğal, direnmeyi gerektiren kavgalardan değil bu. Bu yüzden elbette dünyanın öbür ucunda yaşam savaşı veren bir çocuğun kavgası kavgamdır. Tek renge boyun eğmeyen insanın mücadelesi mücadelemdir. Cins mücadelesi veren kadının savaşı savaşımdır. Direnişte olan işçinin hak arayışı hak arayışımdır. Soyu tükenmemesi için doğal bir direniş içerisinde olan bir hayvanın direnişi direnişimdir. Çünkü hepsinden önce ben de bu evrenin bir parçasıyım ve bu parçanın içinde bir de insanım...

Şimdi sen ‘bütün bunlar beni ilgilendirmez, benim savaşım değil’ diyebilir misin? Her şeyi birbirine bağlayan, birbirine ortak eden bir bağ var. İnsan nasıl olur da o bağdan nasibini alamaz? Bu kadar kayıtsız, bu kadar kökünden uzak nasıl yaşanabilir anlam veremiyorum. Kendinden başka bir insana, varlığa ve hatta maddeye, ruha temas etmek bu kadar mı zorlaştı? Bu durum yalnızca liberalizmin bireyciliği ya da çözmeye çalıştığımız diğer kişilik özellikleriyle açıklanamaz ki! Onun vicdanı hedef aldığı doğru fakat ‘vicdanımız da zedelenecek zemin arıyor’ diyebilir miyiz?