herman melville'in benito cereno'sunu okudum şimdilerde.
bilen bilir, bakınca çok da çarpıcı bir yeri yok.
on dokuzuncu yüzyıla ait bir hikaye...
coğrafi keşifler, köle ticareti, okyanusların aşılması, ümit burnu vs.

köle olarak taşınan zencilerin isyan edip yönetimini ele geçirdiği bir gemi, su takviyesi için bir adaya yanaşması, bu sırada bir amerikan gemisinin de aynı sebeple orada bulunması, "cesur ve asil amerikalı kaptan"ın gemiye gelmesi, uyanık elebaşı zencinin planları, bir bütün günün ardından zenciler tarafından esir alınan ispanyol genç ve olaylar yüzünden hasta ve çökmüş olan kaptanın kurtarılması...

tabii bu yüz sayfalık bir öykünün bir paragrafa indirilmiş hali... hiçbir zaman özet ya da kısaltılmış bir kitabı okumayı sevmedim, böylesi bir okuma malumat verebilir kitap hakkında ama asla kitabın vereceği fikri ve fikri değişimi veremez... okunmaya değer kitaplar kesinlikle ana metinden okunmalı bana göre...

neyse, bu kitap bilgisi paragrafı ön bilgi içindi ama asıl diyeceklerim bunlardan ziyade bana düşündürdükleri...

bir deniz romanı, bir ada bile değil... etrafı sularla çevrili bir kara değil, suyun içindeki bir gemi mekan olarak...

yani bir adadan çok daha dar bir alan...

yaptığım tek deniz yolculuğu istanbul'da karşıdan karşıya geçen ya da adalara giden vapur ve tatillerde bir günlük turlar.
hiç açık denizde bulunmadım yani...
ama yine de düşündüm, bir gemide olmak nasıldır diye...

insanın ayağının basacağı zemin geminin yüzeyi, muhatap olabileceği insanlar gemidekiler ve şayet gemi bir titanik değilse sosyal hayat diye nitelendirilen de geminin sınırlı imkanlarından ibaret. kaldı ki hikayedeki gibi okyanus aşan gemilerde, aylar süren bir yolculukla sosyal hayat diye olan tekrardan ibaret olabilir bir süre sonra..
şimdi bakınca karada da elbet tekrar pek çok şey var ve bu da karadaki hayatı daha dar alanda yaşamak gibi bir şey (mi)...

hani ayağınıza bağlı ipin uzunluğunun farklılığı ama ip mutlaka var, yani sınırlar...

yine de bir hücre sınırı ile büyük bir çiftliğin sınırı bir olmadığı gibi, karadaki sınırlar ile gemideki sınırlar da bir olamaz doğal olarak..

bir gemi dedim, içinde olsam hani...
çevresi su, sadece su... ufka kadar, sonsuz gibi görünen su..

bunun günlerce sürdüğünü düşünün. sadece gökyüzü ve okyanus...
bana sonsuzluk kadar hiçliği de çağrıştırdı.

orada insanların akıl sağlığını koruması çok zor olmalı. uzay gibi okyanus da sonsuzluğun ve hiçliğin en iyi ifadesi...
ayağınız kaydığında mesela yüzme bilmeniz bir şeyi değiştirmez çünkü yüzerek varacağınız bir yer yoktur.
Tam da buna cevap olarak amerikalı kaptan, mürettebatın sağlığını korumak için bekleme sürelerinde gerekli olmasa da meşgul edecek işler bulduğunu söylüyordu..

demek dedim, benim düşündüğüm bir zan ise de mümkün bir zan..