Ten ve ruh. İnsan ikisiyle bütündür.

Sıradan insanlarız biz. Doğarız, büyürüz ve ölürüz. Peki ya işler tam tersine dönseydi? Muhabbet arasında bahsettiğimiz o "Benim ruhum çocuk." ya da "Senin daha bu yaşta ruhun yaşlanmış." cümlelerindeki gibi manevi zıtlıklar değil. Ya yaşlı bir adam olarak doğup bebek olarak ölseydik?

David Fincher'ın yönettiği bu filmde unutmadan yazmak istediğim ve beni en çok etkileyen sahneyle başlamak istiyorum.

Daisy karakterinin başına gelen kaza olayından önce Benjamin Button'un yaptığı "Hayatta bazı anlar vardır, rastlantı da olsa bizim seçimimiz de olsa yapabileceğimiz bir şey yoktur..." diyerek başladığı olasılıklar yoluyla kaderi değiştirip değiştiremeyeceğimizi yoklayan o sahne. Açıkçası beni fazlasıyla etkiledi çünkü her olumsuz olaydan sonra ben de aynısını yaparım. Oturup o olay başıma gelene kadar yaptığım her hareketi düşünürüm. Kafamda oluş sıralarını, sürelerini değiştirip kendi kendime nafile kaderimi baştan yazarım. Zaten ondandır ki filmin sonlarına doğru kendimi "Ya o sahnede onu demeseydi, ya herkes gibi 'normal' doğsaydı ve yine onu tanısaydı…" vb. sorular sorarken buldum. Yani Fincher'ın ve kendimin oyununa düşmüş oldum.

Son olarak yine filmin sonlarına doğru kendimi “aşktan” bahsedilirken sürekli takıldığı o noktaya takılmış buldum. Bir insanın tenini sevmeden ruhunu sevebilir miyiz? Öyle istisnalar olmadan…. Genel olarak. Hepimiz.

Açıkçası bu film beni hayır cevabına daha çok yaklaştırdı. Düşüncem ikisinin de olması yönünde. Uygun bir ten ve uygun bir ruh. İkisi de mükemmel olmak zorunda değil . Ama ikisi de bir bütün haline gelip 'insanı' oluşturduğunda, işte o zaman en iyisi olmalı ve harika olmak için çabalamaya başlamalı. Doğmalı. İleriye ya da geriye.