Bizler sanki oyuncak ayak değirmenini çalıştırır, daireler çizer ve hiçbir yere varamaz kişiler olarak nitelendirildik. İnsana ilişkin böyle bir tabloyu benimsersek, oluşturduğumuz duygusal, fiziksel ve ekolojik yıkımı onarma yolunda güç kazanıp kazanmayacağımız sorgulanabilir, insanın saygınlığına inanışının yıkılmasını onarabilmemiz pek mümkün değildir. Ben şimdi nefret, korku, acı, savaş ve umutsuzlukları modası geçmiş kavramlar haline getirecek yeterli bilgiye ve kişilik potansiyeli anlayışına sahip olduğumuza inanıyorum.
Benim çekişmem geriye bakış olmaması yolunda. Bizler geçmişin mahkumları değiliz. Bulduğumuz yerden başlayabiliriz. Bu konuda kınanacak "başkaları" yok. Hepimiz birer başkalarıyız. Davranışlara dikkatli bakarsak başkalarında gördüğümüz duygusal yetersizlik ve duygusuzluğun genellikle asıl kendi öz benliğimizde olduğunu anlayabilir ve buna direnmeden de yoksun olduğumuzu keşfederiz.
Oysa, biz onlarız. Kendi tuzağımızı kendimiz oluşturuyor ve kendi yaptıklarımıza karşı körleşiyoruz.
Bir şey yapılmamışsa onu yapmayan bizleriz. Bir yanlış anlama varsa yanlış anlayan da biziz. Bir duygusal acı ya da gerginlik varsa bunu yaşamayı seçen de gene bizleriz. Hayır, onlar bizi sezinleyemezler. Kendi kendimizi yalnızca biz kucaklayabilir, yeniden başlayabiliriz. Tüm insanlığımızla yaşamayı istemeye yalnızca biz karar verebiliriz.