Bilinenin çekimserliği yeryüzünün en gülünç aynı zamanda en tehlikeli durumu olabilir.

Herkesin haberdar olduğu, kendilerince kılıflar bulduğu lakin asla konuşmadığı, olanlar olmamış, kahırlar çekilmemiş gibi  zaman ince bir sızıymış gibi akıyor çatlaklarımdan.

Öyle saygılıydı ki herkes, öyle buz gibiydi ki gerçekleri.

Dokunduğum taştan beter, dokunduğum kaygıdan bedendi.

Yağmur yağardı, geriye kalan tortusu hep adımlarımı sayardı.

Bazen aceleci, kimi zaman aceleci, çoğunlukla aceleci adımlarımı.

Bilinen, herkes tarafından kabul edilen demek değildi kimi zaman.

Bilinen; herkes tarafından vicdanının karşılayabileceği kadarını bilmekti.

Ötesine geçmeden, ne düşündüğünü önemsemeden, kırılanın ayakları altındaki dal değil benim ince boynum olduğunu anladıkları an ise telaşsız sanrıları, insanlar tanrım.

Bitmek bilmeyen koca bir acı.

Aynı caddede oturuyoruz, aynı otobüslere biniyoruz, aynı yüzleri görüyoruz.

Mahallemiz adını ölen küçük bir çocuktan alıyor, aynı anda öğreniyoruz.

Aynı anda öfke duyuyoruz devlete, aynı anda elimizi vuruyoruz masaya.

Ayılmaya çalışan kafamızı aynı anda yaslıyoruz duvara

Aynı anda öpüşüyoruz ki bu demek değildir aynı anı seviyoruz.

Bu demek değildir bedenimizden terle attığımız acıyı sevmiyoruz.

Bir an durup sorgu mahalline çeviriyorum yatağımızı, zevkten kıvranan bedenlerimizi kaskatı yapacak sorular soruyorum.

Neden ölmediğini, yüzlerce yaş ileriden seyrettiğin kadınların artık seni sevmediğini, ne zaman fark edeceğini, neden fısıldadıklarımı bağırdıklarım sandığını soruyorum.

Yatakta çürüyorsun birden, kokunla baş edemiyorum. Çarşafın desenleriyle bütünleşiyor kemiklerin, kokun öyle berbat ki.

Kusma ihtiyacı duyuyorum, sanki kussam tüm dünyayla barışmış olacağım. Sanki kussam, seni çürük kokusu ve çarşaf desenleriyle bu odada bırakacağım.

Koşar adım çıktığım balkondan bulutların seyrine bırakıyorum bu güne dek kinden ve nefretten başka bir şey görmemiş gözlerimi.

Falcı olsam insanlara neler söyleyeceğimi düşünüyorum birden, nasıl hayata yön vereceğimi.

Kimleri öldürüp, kimleri eski aşklarıyla bir edeceğimi.

Geleceği bilseydim, otobüsünün kalkacağı bankta üç yüz yıl evvel beklerdim seni.

Mahallemizin adını alan çocuğu sarar, kollardım.

Ne bileyim belki milli piyango kazanırdım.

Oysa bir falcı kudretiyle donanmamış aksine ertesi günü dahi planlamamış bir kadındım.

Çoraplarımın teklerini bile bulamıyorken, üstelik kabullenip iki farklı renkten bir çift yapıyorken sınanmaya mecalim yok yazıyorum kırmızıdan hallice olan rujumla duvarlara.

Sınanmaya mecalim yok. Sınanmaya mecalim yok.

Birden çok güzel hissediyorum kendimi, arzularımla baş edemediğim zaman, çıldırasıya olmak istediğim durumları yine çıldırasıya yalanlarken, kendimi çok güzel hissediyorum.

Aynayla yüzleşene dek devam ediyor bu durum, yüzleşmek ne olmadığını görmektir.

Ne hissettiğinin kimse için bir önemi yok. Aynaya baktıkça çarşafın desenlerini görüyorum, elmacık kemiklerimi gördükçe yatakla bütünleşmiş kemikleri.

Nefret ediyorum yansımaların gerçekliğinden.

Kokun o kadar berbat ki.