Tarihi gerçekler romanlardan öğrenilmez. Tarihçilerin bizlere öğrettiği en önemli kuraldır bu. Ancak iyi bir roman okunmaksızın yaşanılan dönemlerin duygusal geçişlerini, mücadele atmosferini anlamak da imkansızdır.
Beşir Ayvazoğlu insanı tam da bu noktadan yakalıyor. Ateş Denizi'ni çağdaşı tarihi romanlardan ayıran gerçeklikle okuyucu, Ayvazoğlu'nun birikimiyle tanıştığında yüzyüze geliyor. Ayrıca Ayvazoğlu'nun kalbur üstü, nadir rastlanan bir Türkçe ile yazdığını da es geçmemeliyiz. Romanda seçilen her kelime ahenk içerisinde adeta dans ediyor.
Hemen hepimiz, Necip Fazıl ya da Nazım Hikmet'in hayranıyızdır. Hatta bazılarımız için bu sevgi politik kimliklerimizin bir belirtecidir. Necip Fazıl ve Nazım Hikmet inandığımız doğruların bayraklaşan isimleridir.
Ancak bir çoğumuz onların yaşadığı dönemi kavramak istemeyiz. Onların çağında yaşanan sert politik ayrılıkların, ekonomik darboğazın, Türkiye'nin içinde bulunduğu sürecin ayırdına varamayız. Hele ki onların gözünden dünyaya bakmayı slogan düzeyinin üstüne çıkaramayız.
Ateş Denizi, Türk romancılığında ilk kez şairlerin gözünden yaşadıkları çağa bakmayı başarıyor. Romanın satırlarında gezerken Necip Fazıl başta olmak üzere pek çok aydının buhranlarına, değişimlerine, hayatı kavrayışına kendinizi ortak edebiliyorsunuz.
Bu sayede kitabın okuyucusu olarak, 1940'ların Türkiye'sinde yer alan aydınların ruhsal devinimlerini öğrenebiliyorsunuz. Olaylar sizi çağın gerçekliğine itiyor. Roman, cumhuriyet sürecinin aydınlar ve toplum üzerinde yarattığı etkiyi keşfetmenizi, şiirlerini ve sanat anlayışlarını daha canlı bir gözle yorumlayabilmenizi sağlıyor.
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde Ateş Denizi mutlaka okunması gereken eserler arasına giriyor.