Kimse durduk yere keskinleşmiyor

Sen hiç, bir kilin kendiliğinden heykel olduğunu gördün mü?

Yok görmemişsindir

Göremezsin zaten

Usta bir el gerek onun için

Bir insanın buzdan bir dağ gibi dikilmesi de

Aynı ustalık eseri

O buzun can acıtan keskinliğiyse

İnce bir işçilik ve bol emek demek

Sen hiç, bir çeliğin tam ortasından bilendiğini gördün mü?

Yok görmemişsindir

Göreceğini de hiç sanmam

Çünkü bir çelik, bıçak olmak için önce güzelce bir dövülür

Bol bol dövülür

Sonra kenarlarından başlanır bilenmeye

En ince, en hassas yerlerinden

Bu yüzden de mesela

Bazı deniz kabuklarının dikeni hep dışındadır

İçi çok güzeldir oysa

İşte insan en sevdiği nehri bıraktıysa ardında

Hem de hiç sarılamadan sularına

Vişnelerini çayına kattığı

Kayısılarının kokusunu okşadığı ağaçlarını terk ettiyse

Hem de hiç öpemeden yapraklarını

Buz da oluyor, bıçak da, kabuk da

Hatta bir semaver gibi tütünce içi

Öyle tahtadan bir put gibi dikiliyor evin ortasında

Kıymıkları batmaya yer arıyor

Hiç de sızlamıyor yüreği

Çünkü arkadaşıyla son kez beş taş oynayamayınca

Taşa çalıyor insanın kalbi ister istemez

Sen hiç, bir taşın ağladığını gördün mü peki?

Yok görmemişsindir

Görebilir misin bilmem

Ama bir taş bir nehre bakıp ağlıyorsa

Bu hiç durduk yere olmaz

Bir kız çocuğu sahip olduğu tek güzel şeyi

Bir milyoncudan aldığı küpelerini kaybedince

Her seferinde cezasını çektiği saklambaçları

Yine de hatırladığı en güzel çocukluk anıları olunca

Sadece bir kez giyebildiği o sarı pabuçlarını

Hala arayınca ayakkabıcı ayakkabıcı

El sallayınca çocukluğu hep deliklerin arasından

Hiç yaşayamadığı

İşte o zaman olur

Hatta arklar taşar, evleri su basar

Aşağı derenin sesi döver duvarları

Tandırlar aldıklarını geri verir dostlarına

Aras çağlayarak gelir

Sularına katıp götürür kötü insanları