Olay yerine gitmeden önce elime de böyle bir fırsat geçmişken biraz yalnız kalmak istedim. O çok sevdiğim İlyada’yı okumak. Cem karaca dinlemek ve bir kenardan biramı yudumlarken yalnız kalmak istiyordum. Bir yandan notlar alıp, bir yandan boşluğu dinleyip, bir yandan da yalnızlığımı taçlandırmak. Evim dediğim yerden ayrı bir yer burası, pek hak etmese de "ikinci olay mahalli" denilebilir. Baktığım zaman olayın yarısı orada geçiyordu. Kafamda. Ev sahipleri bir haftalığına köylerine gitmişlerdi. -Köye gitmek yerine köye dönelim diyenleri duymuşumdur hep, dönüp dolaşıp gidilmesi gereken bir yer gibi. Memleket.- Bende bundan istifade öğleüstü altı, altı buçuk sularında sırtladım küçük çantamı çıktım evden. Bu arada Cem Karaca ne büyük adam ya, Barış Manço da öyle... Neyse, konuyu dağıtmayayım diyeceğim de dağılacaksa da böyle adamlardan dağılsın. Bu gün felaket yazıp yazıp boş yapasım var, çünkü anlatacaklarımda yalnızlığım dışında kaybettiğime üzüleceğim bir şeyim yok.


Evden çıktığımda uzun ince bir yol vardı önümde, ilk başta bir üst mahalledeki tekele uğradım, ismi Ural mıydı neydi. Dil ailesi gibi, dağda olur tabii... Girdim, para yok tabii, en ucuz bira neyse onu aldım ama asıl olay kasiyer kızdaydı, benden olsa olsa en fazla on en yaş büyüktür, çok bakmadım ama güzel denilebilirdi. İçeri girerken çok sevecen bir şekilde başka müşterilerle uğraşırken "Hoş geldiniz." diye seslendi. Bu sevecenliği unutmayın, aynısı adamda da vardı, oraya daha sonra geleceğim zaten. "Hoş buldum." deyip arkaya alkol dolabına gittim. İlk önce bulamadım ama sonra en alt rafta görüp aldım, ucuz ya alınmasın diye en alta tepiştiriyorlar resmen, onlar da haklı tabii, küçük esnaf oldu minicik esnaf. Kasaya gittiğimde diğer müşteriler yoktu. Teneke şişeyi tezgâhın üstüne koyduğumda kadın bir tebessüm etti. Gözleri parlamıştı resmen. Galiba ilk defa gizli gizli bira içecek bir gence benzetti beni. Aldı fiyatına bakıp otuz beş lira dedi. Zaten hali hazırda cebimde tuttuğum yüz liramı uzattım. Bu da belki daha fiyatını bilmiyor elindeki en büyük banknotu veriyor algısı oluşturuyordur ama yanımda sadece bütün vardı gerçekten de. Para üstünü aldım cebime koyarken artık tebessümü de geçmiş şekilde sırıtarak çok hoş bir tonda "Afiyet olsun efendim." dedi, "Sağ olun." deyip çıktım.

Yolda giderken hem çok sinir oluyor hem de nedenini çözmeye çalışıyordum. İlk defa alkol satıyordu sanki. Sonra ikinci olay mahalline yaklaşırken ben de güldüm, ne sinir kalmıştı ne de merak. Şu an düşünüyorum da bir bira fiyatı söyleyerek kafamı bulandırmıştı kadın. Kulağımda kulaklık, saç sakal karışık, hiç tanımadığım bir mahallede konuşa konuşa, güle güle geçiyordum. Dışarıdan nasıl gözüktüğüm umurumda değildi. Zaten yüksek ihtimal kulaklıkta birisiyle konuşuyorum sanıyorlardı. Öbür türlüsü delilik olurdu. Şu an deli miyim bilemem ama çok akıllı olduğum kesin.


Zaten havanın çok sıcak olmasına karşın tüm camlar kapalıydı, ikinci olay mahalline girdiğimde ilk yaptığım iş onları açmak oldu. Hani böyle koridordan geçerken cereyan yapar da buz gibi bir his gelir ya, kapı falan çarpılır... Bayılıyorum o hisse. Sonrasında olay mahallinin merhumlarının isteği üzerine balkonda ki çiçekleri suladım. Bir tık beceriksiz olduğumdan dolayı çorabımda sulandı. Çıkartıp ipe astım, beş dakikaya kurudu zaten. Bu da bitince aslında gelir gelmez yapmam gerekeni, birayı dolaba koymayı unuttuğumu fark ettim. Çabucak siyah poşetiyle beraber dolabın en arkasına doğru koydum. O çok ünlü bira poşeti ya da siyah poşet, garip bir dokusu var. Bunuda halledince koltuğa uzanıp kitap okumaya başladım.


Neredeyse iki saat sonra tekeldeki kız aklıma takıldı. Acaba beni tanıyor mu diye düşündüm, zaten gözüm pek iyi görmez, acaba tanışıyor muyduk? Aklıma takılmıştı bir kere, çıkmıyordu. En sonunda bir cebime anahtarı, bir cebime de biraz para alıp çıktım, telefonu da bıraktım zaten arayanım olmazdı. Yolda yürürken "İyi tekele gidip ortama bakacağım da o kadar mı? Bir şey almak lazım." dedim. "Bir su alır çıkarım." diye düşündüm, çok da ayrıntıya girmemeli. Sorun şu ki gittiğimde kızın yerinde yaşlı bir adam vardı, babası ya da abisi olabilir. Girmiştim artık, bir şeyler geveledim ama boşa parada harcamak istemiyordum. Diğer müşterilerle işi bittiğinde "Hoş geldiniz!" diye seslendi yine sevecen bir tavırla, seviyorum bu tek tük insanların selam vermesini. İnsanları değil ama tek tük olmalarını. Ben de "Hoş buldum." deyip on beş litrelik su var mı diye sordum olmayacağından emin bir şekilde. Adam ilk başta şaşırdı "Yok, en fazla beş var oğlum." dedi. Ben de "Yok, o az gelir." deyip çıktım. Arkamdan "İyi akşamlar!" diye seslendi, ben de "İyi akşamlar." diye cevap verip yoluma devam ettim. Saçma da olsa kurtulmuştum bu garip durumdan.


Şimdi de işte ikinci olay mahalli açıldı, birinciye mi giderim, ikinciye mi giderim, ilk olarak şimdilik bilmiyorum ama ikisinde de kendimden parçalar varmış gibi seziyorum. Birin yeri bende ayrı ama hala yeni dosyalar bekliyorum canla başla bir şey olsun da dikkati çekebileyim diye... Neyse. Bu aralar böyle işte. Tüm bu olanlara nazaran yalnız kalamadım, yine de kafam çok kalabalıktı. Uzun bir süre olmamak istiyorum.