- Sevmeyi bırakmışsın.


- Bıçak gibi kesilmeyi öğrendim diyelim.


- Nerede?


- İçerimdeki dağlar kadar sevmenin, dışarıda toz zerreciği kadar hükmü olmadığı yerde.


- Ne?


- Yapılmıyormuş işte, olmuyormuş öğrendim. Sevmek değil, çekişmekmiş benimkisi. Benim biliyor musun, saçım okşansa gözlerim doluyor; sanırsın yedi asır zindanlarda tutulmuşum öyle, zifiri karanlıkta. İdrak edemiyorum hiç nasıl olur, beni hep çok sevdi annem, karnından çıkartmadı hep orada tuttu sanki, öyle sevdi. Ablamın büyür büyümez yaptığı ilk iş, beni sevmek oldu mesela. Kardeşim kutsalıyla bir sevdi, emdiği memeyi bırakmadan daha. Kim varsa içimi açtığım, beni hep çok sevdi yemin ederim, göz bebeklerinde gördüm. Benim canım yerine acıyan canlarında gördüm, sayısız kere düştüğüm kollarında, yaramı üfleyen nefeslerinde, annemin yavrumun acısını dindir diye göğe kaldırdığı çaresiz ellerinde gördüm ki en ironik olanı budur; acım hep, sevilmemek oldu benim. Başka gamım yüküm yoktu, hiç bıkmadan usanmadan sevilmemek ağrısını taşıdım ayaklarımla ben, nereye gitsem. Çünkü aynı zamanda hiç sevilmedim, içimi açtığım hatta açmadığım hiçbir erkeğin kalbiyle sevilmedim.   


Bu kadar saydamlaşmasaydım, aslında zaten böyle bir talebimin olmadığına, bunca yanmanın bunca acımanın üstüne hâlâ aslında tek isteğim sevmekti diye ağlıyor oluşuma yemin edebilirdim.


İnsan göremiyor işte, bunca saydam kalmadan. Sanki doğar doğmaz, adımdan evvel, sen hiçbir zaman bir erkeğin kalbiyle sevilmeyeceksin diye üflenmiş kulağıma. Benim bir erkeğin kalbinden hep ödüm patladı, o kadar korktum ki bundan ilk sevilmemişliğimde bu arzumu gömdüm en dibe, karşılaştığım ilk itilmişliğe içimden verdiğim sorgusuz dönüt, mühim değil oldu. Neden değil bilmiyordum, sadece değildi. Ben bunu zaten adımdan önce duymuştum, sevilmesem olurdu ama sevmek içimde vardı; her zerrem sevmekle donanmıştı, bu içimden alınmasındı yeterdi, n'olurdu.


Yakarışa meyil eden naif talebim, şaşırtıcı olmayan bir zulme karıştı işte zamanla. İçimden alınmasın ne demek; içim, bizzat içimden söküldü. Kimseyi de suçlayamam bunun için, ben boyun eğip kendi kabuğumu kavlattım, bir yandan muhatabıma el vererek.


Sadece sevmeklerime geçit verilsin isteği, kendimi inandırdığım bu bana yeter oyunu; sevilmemek beni incitmesin, ben sevmeyi bilenim diye saçlarımı avcuma döktüğüm avuntu beni, yedi asır zifiri karanlıkta bir zindanda tuttu işte. Bilemedim hakikati birden, söküldüķçe sevmelerin daha güzelini yapmaya çalıştım, sökülmemeye direndikçe gözkapaklarım kadar inceldi ruhum bedenim, incelerek soyuldum derimden. Kimseyi suçlayamam bunun için kendim dâhil, vallahi bilemedim, o kadar doğuştan bir kabulleniş olmuş ki öyle habersiz korkup o kadar dibe gömmüşüm ki saydamlaşana kadar göremedim içimdeki korkuyu.


Ama artık tüm saydamlığım gözlerimin önünde, dibim de burada gömdüklerim de. Sevmekti, ayak diremekti bir yana dursun; ayak tabanlarım suya bassa ateş yanığı artık, öyle ince. Hiç neye eğdiğimi bilmeden eğdiğim boynum, tam burada bir kez daha eğilse kopar, ayrılır bedenimden artık, öyle ince.


Yapılmıyormuş, sevmek de çaresiz kaldığından, dağ kadar da olsa bir toz zerresine erişemediğinden, nefes aldırmayan süratiyle hiçbir uca yetemeyişinden olmuyormuş. İçimdeki sevmek can çekişti benim artık, her seferinde karşıya doğrultup kendimi vurduğum bir silah oldu. Bana sorsan silah tutmak nedir bilmem ama bilemediklerimle beraber her gece, elime aldığım iğne iplikle diktiğim bir uzvum olmuş işte incelen derime kaynayan. Bu yüzden bıçak gibi kesilmeyi öğrendim kendimden. Bıçak gibi kesmeyi, kendi ellerimden.