Bertnard Russel olduğu iddia edilen bir filozof bir seminerde evren hakkında konuşma yapmaktadır. Seminer bitmek üzereyken bir dinleyici ayağa kalkar. ''Bunların hepsi saçmalık! Dünya kaplumbağa sırtındaki bir düzlüktür.'' der. Filozof gayet kibar bir edayla bu savı çürütmek ister. ''Peki kaplumbağa neyin üzerinde?'' diye sorar. Kadın ise kendi mantık düzlemi içinde bu soruya çoktan cevaplamış olmalı ki açık vermez. ''Sen çok zekisin genç adam. Fakat en alta kadar hep kaplumbağa var.'' diye yanıtlar. Günümüz insanı tarafından bu anekdot komik, dinleyici ise cahil olarak nitelendirilir. Cahil ve komik mi? Neden peki? Hangi ölçütleri karşılamadığı için reddediyoruz bu görüşü? Heybemizde sakladığımız bilgiler bu sonuca ulaştırır bizi. Peki bizim evren modelimiz nedir? Neye dayanır? Tarihin gümüş kakmalı, altın sayfalarına adını kazımış bilim insanlarının bilgiyi bilinene yeğlemesi sayesinde günümüze ulaştık. Kaplumbağa sırtı, balık gözü, öküz boynuzu gibi aktar mantığıyla oluşturulmuş evren modellerinden kurtulmak için gereken kaynak felsefe ve bilimdir. Kesin yargıların çekmediği felsefe tüneli, insan nereye gitmek istiyorsa oraya açılır. Bilim ise formüllerin, denklemlerin ve bilinmeyenin liderliğinde kurulmuş bir ülkedir. İşte bu yazı tüneldeki yolculuğun, ülkedeki maceraların kısa bir hikayesidir.


Big Bang Teorisi sistematik bir şekilde yazılana kadar evren ile ilgili fikirler maddenin gözle görülebilir kısmını temel alıyordu. Tümevarım yöntemiyle basit ve gündelik olaylardan yola çıkarak evreni anlamaya çalışmak oldukça yaygın bir yöntemdi. Günümüzde madde ve evren üzerinde yapılan yorumlar fizik biliminin etkisi altındadır. Pozitif bilimlerin günümüze kıyasla pek ilkel olduğu dönemlerde insanın madde hakkında fikir yürütmek adına elindeki tek materyali akıldı. Aklın, bilincin ve bilinçaltının manipüle edilmeye ne kadar açık ve istekli olduğunu bilirsiniz. Çevre etkenlerinin, aile terbiyesinin, yemek yeme biçimi, uyku saatleri, anneden işitilen azar, babadan yenilen dayak, aşıkların müptela olduğu derenin kenarına gitmek ya da gidememek insanın fikrine ve sözüne yansır. Bu yansıma tek bir aynadan değil binlerce aynadan beslenir. Bu sebeple düşüncelerin ardındaki sebeplere bakılmalıdır.


İnsanlar refah seviyesi düştükçe çalışmaya ve dinamizme, arttıkça bilime ve felsefeye yönelirler. Temel ihtiyaçları gidermek bir coğrafyada sorun haline gelmişse bilim ve sanat geri plana itilir. MÖ V. yüzyılda ticaret ile zenginleşen Yunan ve Anadolulular felsefenin kurucusu, bilimin atası oldular. Thales ve Anaximandros ilk doğa felsefecileri olarak ün yaptılar. Ticaretle uğraşan Thales Mısır'a gittiğinde Nil'in taşma-çekilme sürelerini hesaplama ihtiyacından doğan matematik ve astronomiden çok etkilendi. Thales Babil kültürü ile harmanlanmış Mısır medeniyetini özümseyerek döndü ülkesine. Anaximandros ile edindiği izlenimleri konuşurken evrenin su üzerinde olduğuna dair bir fikir sundu. Anaximandros bu fikri benimsemez. Su üstündeki evren modeli bir temele ihtiyaç duymaktadır. O temel ise başka bir temele ihtiyaç duyar. Bu model mutlak cevabı bulmaz, daima bir ileriye atar. Thales'in su üstündeki evren modelinde Babil kültürü doğrudan etkili olmuştur. Babil evren modelinde Tanrı Marduk suyun üzerine paspas serer ve kiri üzerine döker. Böylece kara oluşur. Çanak şeklindeki evrende dünya su içerisinde yüzer. Dünya üç kat gökyüzü ile sarılmıştır. Aynı dönemlerde ortaya atılmış bir diğer görüş ise Anaksagoras'a aitti. Güneş'in tanrı olmadığını, Mora yarımadasından daha büyük akkor kaya olduğunu söylemişti. Hamisi Perikles'in araya girmesiyle idam cezası sürgüne dönüştürüldü.


Aristoteles tarih sahnesine çıkması felsefe ve bilim konusunda devasa adımlar atılsa da ileri zamanda inşa edilen savaş alanı kırıklarla, yaralarla doludur. Engizisyon'un temel aldığı evren modelini Aristo yaymıştır. Aslında onun teorisi Eudoxus'un modelini temel almıştır. Evrenin küresel olması, sonunun olması ki bir bakıma haklıdır, Dünya'nın evrenin merkezinde olması gibi hususlar Orta Çağ'da kanun kabul edilmiştir. Bu çağda gerçekleşen bilimsel atılımlar bu algıyı yıkmak üzerinedir.


1514 senesinde Nicholas Copernicus adındaki Polonyalı rahip dünyanın temel alındığı evren modeline isyan ederek kozmos imparatorluğunun tahtına Güneş'i çıkardı. Merkezinde Güneş'in olduğu evrende gezegenler çember halinde dönmekteydi. Bruno'nun başına gelecekleri tahmin etmiş gibi, kafir ilan edilmekten korkarak yazılarını imzasız yayımladı. Johannes Kepler yörüngelerin eliptik olduğu yönünde bir varsayımda bulunarak bu modeli bir adım ileriye götürdü. Eliptik yörüngeyi çembere göre kusurlu bir şekil olarak gören Kepler kendi savından rahatsız oldu. Neyse ki evren insanın estetik anlayışına göre şekillenmemiştir.


İki bin sene sonra tarih sahnesine çıkan Dominiken rahibi Giordino Bruno'nun uçsuz bucaksız bir hayal dünyası ile kötü bir talihi vardı. Bruno yıldızların gezegenlere hayat veren enerji kaynakları olduğunu, başka güneşler ve dünyalar olduğunu savundu. Sonsuz evren modelini ilk kez o ortaya attı. Kilisenin dar vizyonuna açık bir saldırı olan bu görüş Dominiken, Protestan ve Katolik kiliselerinden aforoz edilmekle ödüllendirildi. 1600 yılının şubat ayında Roma'da yargılandı. Campo de Fiori meydanında yakılarak öldürüldü.


Aristotelesçi evren anlayışını yıkan son darbe 1609 senesinde İtalya vuruldu. Galileo Galilei Jüpiter'in etrafında dönen uyduları el emeği göz nuru teleskobuyla inceledi. Bu durum Aristoteles ile Batlamyus'un savunduğu 'Her şey Dünya'nın etrafında döner.' önermesini çürütüyordu. İmzasıyla yayınladığı bu keşfi Engizisyon tarafından yargılanmasına sebep oldu. Ve Galilei popüler kültürde keşfi ile değil keşfini reddetmesiyle tanındı. Thales'ten Galileo'ya kadar hiçbir bilim adamı Dünyayı boşlukta tutan tutan kuvveti bulamadı.


1687 senesi Cambridge şehrinde ciddi ve zeki bir adam gölgesinde serinlediği elma ağacı sayesinde adını altın harflerle tarihe kazıdı. Isaac Newton kafasında gezinen binlerce tilkinin düğümlenmiş kuyruklarını yere düşen bir elma sayesinde çözdü. İlk defa Anaximandros ile ortaya atılan 'Gezegenleri bir arada tutan kuvvet ne?' sorusunu kütleçekim diyerek cevapladı. Newton'ın kütleçekim yasası yıldızlar ve gezegenler arasındaki temel uzaklığın sebebini açıklıyordu. İki cisim aralarındaki mesafe ve hacimleriyle orantılı bir çekme kuvveti uygular, çevresindeki sürekli kendine çeker. Newton'ın çözemediği sorun burada başlar. Kütleçekim maddeleri birbirine çekiyorsa bir süre tüm maddeler tek bir bileşene dönüşmeliydi. Evrenin genişlediği bilinmediğinden sonsuz bir evrende maddelerin çeşitli yerlerde olduğu düşünüldü. Newton sadece ikili kütleçekimden (Güneş-Ay, Dünya-Ay) bahsediyordu. Üçlü sistemde başarısız oluyordu. Öyle ki amatör matematikçi olan İsveç Kralı II. Oscar üçlü sistemi açıklayana 2500 kron ödül vereceğini duyurdu. Henri Poincare üçlü sistemi çözemese de kütleçekim kuvvetinin açıklanmasına katkı sağladı. Jüri ona diferansiyel denklemlerin üzerine yürüttüğü çalışmaları için ödül verdi.


Mart 2015