New Mexicolu yazar Joni Murphy’nin Konuşan Hayvanlar romanı çağdaş politik roman türünün yaradılış anlatısı ile açımlandığı ilginç bir modern fabl. Modernleşmenin bıkkınlık dekoruna evrildiği ve esaslar tablosunun evrimsel bir kaygı aktarımı olduğu bilindik tablo, hayvanlardan seçilen kahramanlarla geniş yelpazede başlıklanan politik güncel tartışmaları içeriyor. Epigraf seçimleri, okuru, ekonomipolitiğin ajandasına yaklaştırırken eleştirel gözü üstlenmeye de hazırlıyor aslında. Yarattığımız dünyayı bugün varlığını kendimizden öteye konumladığımız hayvanın gözüyle kavramaya başlıyoruz. “Şehir bir imkânsızlıktı.” Tanımı yazarın bu yaratılan dünya karşısında bizi dürtükleme çabalarından yalnızca biri. İşlerin ve günlerin çığrından çıktığı modern dünya, Konuşan Hayvanlar içerisinde bıkkın bir sakinlik ile devam ederken okura kalansa tek bir soru: Ne yaşıyoruz? Kitabın mı bize bizim mi kitaba yönelttiğimizi bilmediğimiz bu sorunun peşine düşen Murphy, anlatısının merkezine çürüme temasını koyarken aynı zamanda antropomorfik izleği kapitalizme eleştirilerle döşemekte. İnsani çıkmazlarımızın baş müsebbibi kapitalist kentleşmeyi adeta dertlerin kaynağı, kaygının ana vatanı olarak belleten yazar, hayvansılığın dilinden nasıl mizah devşirilebileceğini de gösteriyor. “İyi yünler dileyen” alpakaların ve şehri bir metin gibi okuyarak bu yorucu hayatı sürekli sürdürmek zorunda olan yurttaş hayvanların tarihin içindeki çıkmazlarda tarihten yoksun bırakılmış bıkkınlarına eşlik edeceğimiz Konuşan Hayvanlar bir fabl olmakla beraber siyaset felsefesine dair yönetici sınıfların oynadığı tarihsel rolü gözlemleyebileceğimiz de bir inceleme metni, elbette bu onu türler arası karma ve bir o kadar da hareketli kılıyor, işte bu mizahla gündelik yaşamın, psikoloji ve siyasetin iç içe geçtiği alanda mekanik edebi tat başkalaşıma uğruyor.
“İnsanım ve insanla ilgili hiçbir şey bana yabancı değil.” diyen şairden hayvanların bizden –bizim hayvanı içerseyen– yanımıza geçen noktasında bir roman kurmak diyebiliriz ki temelde bir Aydınlanma eleştirisidir, ilerlemeye yönelik keyifli de bir taşlamadır. Joni Murphy, niyeti hiciv olmasa bile baş kahramanı pofuduk kahverengiden bir alpaka olan Alfonzo Velloso Faca ile iyi ve kötü haberler veriyor biz okurlara.
“Keşke, kromatikler ve imparatorluklarla ilgili sosyal bilim dersleri tarafından kandırılmış olmasaydı.” (75.s)
Alfonzo, akademiye girmek için hazırlanan bir hafıza memuru olarak evrensel tarihi kurgu tarafından kandırılmış olduğunu bilir fakat roman zamanla yurttaşta uyanan yerel duyguların sahiciliğinin tarihe aktarılıyor olma bunalımına değinmeye başlayacaktır. Yerel bir duygu olarak aidiyet, bellekten dayanaklar ile sarmalanarak oluşurken Alfonzo da şehir kayıt departmanında hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Gündelik yaşamda yaradılıyor-oluş-lar bağlamında biçimlenen kapitalist kentleşme yurttaşta nihayetinde bir bunalım yükü taşıyıcılığı olarak yaşanır. Yurttaş böylelikle kurgulanmış tarihi kutlamaktan kurumsallaşmış geleneğe suç yükleyen bir bilince erişir.
“Bir genç olarak, hatta bugün bile hemen hemen her şey için kurumsal varlıkları suçluyordu.” (s.72)
Kentteki fonksiyonel güç bireyi içine alıp onu bir-eyleştirecek statüler kazandıran kurum sistemi sınırlarına ve siyaset tarihi ağlarına kadar uzanır, böylelikle kentin limiti bireyin limiti dahilinde doğarken keşfedilen veyahut yapıbozuma uğrayarak gelişen hikayeler de limiti ortadan kaldırır. Kahverengi alpaka Alfonzo’nun kısmen bellek memuru kısmen hikâye anlatıcısı olması tezine ekleyeceği mitlerde de seçkin olur: Kente içkin kahramanlık ve vahşet hikayeleri Alfonzo’nun mahcubiyet ile kuşatılmış akademik tekamülüne İsyan iradesi niteliği sağlayacaktır.
“Ama bu açık yürekli bir kayıtsızlıktı.” (s. 117)
Önem, sevgi, özen, endişe, ilgi ve eylem-bilgi diye maddeleyebileceğimiz rasyonel hayvanlığın kentteki izdüşümünün çıktısı Joni Murphy nezdinde “Psişik bir Kaos”tur. (s.13) Panik için gerçekliğin yeterli bir sebep olduğu iddiasında dilin imkânlarını hayvansı yaşama değin genişleten bu çağdaş politik roman, Ne Yaşıyoruz? Sorusuna yalın yanıtlar getirecek. İdeolojilerin sonsuz fraksiyonlara ayrılarak yalnızca akıl doyurduğu ve kalbin bıkkınlıklar dekorunda ölüm orucu tuttuğu 21. Yüzyılda yozlaşmanın, kuşak çatışmasının, sınıf mücadelesinin faaliyet alanlarına göz atıyor, insan çıkmazlarımızdaki kimi zaman ilkel bir kusuru delilleyen eksikliklerimizi sezgisel yakalıyor ve getirdiğimiz yanıtlardan neredeyse utanç duyuyoruz. Alfonzo’nun tekrarla dile gelen iç sesine kulaklarımızı açarak “Doğal davran!” demeyi alışkanlığımız kılmak isteriz belki de.Yaşam stilinde bir değişmenin modalaştığı günümüz dünyasının değişimin kendisinde değil geri dönmeyi buyuran doğallaşmada bulunacağını, değişimin değişme dürtülerinden sıyrılmakta yattığını New York’ta erken bir yaradılış anlatısının fabllaştığı Konuşan Hayvanlar romanı yazarının özlü anlatımı ile kararlılıkla yakalıyor. Öldürücü alışkanlıktan yeleli bir hayvan doğallığının tüm etik paradokslara rağmen mümkünlüğünü diğer pek çok aydınlanma eleştirisi gibi bir kez daha ortaya koyuyor.