Ne ara oldu da içimdeki bu insana evrildim hiç bilemiyorum. Bazen öyle haftalarım oluyor ki -ekseriyetle son zamanlar- değil 7 gün 700 gün sürüyor gibi dehşet bir zaman diliminin ve bulunmakta zorunlu olduğum alanların dahilinde kapana kısılmış hissediyorum. Ancak bu son haftayı bir kenarda tutmam gerek ki ne 7 günü adeta 7 saatmişcesine bir hızla geçirmiş olduğumu içsel olarak duyumsayıp da kendime itiraf ettiğimde gün perşembeyi vurmuş ve yalnızca "nasıl olabilir?" sorusu dökülmüştü dilimden. Olabilirdi, beklediğim bir cumartesi vardı, o cumartesinin hürmetine akan giden zaman, gün bu sefer cumartesiyi vurduğunda aklımda cumartesi adına yapılması gereken o yegane işi bana unutturdu. Uğruna günlerimi saydığım o hızlı sürecin nihai sonucunda ne neyi beklediğimin farkındaydım, ne de yanlışlıkla hatırladığım o pek önemli şeyi umduğum gibi bulabildim. Koskoca iki hayal kırıklıklarıyla öylece kalakalırken, uzun uzun zamanların sonunda içimde uyanan ufak kıpırtının başını tekrar ezdim. İyileşmenin o derin umuduyl yayılan heyecanın canını şimdi bazı kırıklar yakıyordu. Peki, bir 700 güne daha hazır mı olmam lazım demek oluyordu o zaman? Sanırım evet.
Ne diyordum? Nasil olmuştu da evrilmiştim? Ya da yepyeni bir kişilik doğurmuşumdur ve hep birlikte yalnızca şimdiye mahsus onun egemenliği altında yaşamamız gerektiğinden,egemenliğin baskısıyla evrim duygusunu hissediyordum. Hepsi buydu, bu kadar basitti, yani belki de. Çok iyi hissettiğim zamanlarım oldu. Çok kötü hissettiğim zamanlar ise çoğunlukla boynumdaki ipe dolanmış eller misaliydi adeta. Bir düğümle bağlanmışcasına dolanmıştık onlarla. Peki, şimdi? Ne iyi ne kötü. İşte, vaziyetim şu an hepten kötüydü. Duyarsızlığımın yansıması olarak en ufak titreşimlerden uzakta yaşamaya başlayan kalbimin "fark etmiyor" ları tüm bunları aslında kalbimden ziyade kendisinden bekliyor olan aklımı öyle şaşırttı ve buz kesici bir rahatsızlığa bürüdü ki, ne yapması gerektiğini artık o da bilmiyor. Sadece izliyor.
Diyor ki mesela o fısıltılar, derin bir eşiğin içindeymişim meğer. Bu içinde olduğum ne bir koltuk, ne bir ev, ne bir okul, ne bir sokak, ne bir şehir, ne bir gönül.. Bu aynada gördüğüm suretin baktığı et parçası çok uzaklardaki birine alıp götürüyormuş gibi bakışlarımdaki selamı. O eşik diyip durduğum, ağladığım ve geçmek için tutturduğum yerin ötesinde sürekli ve merakla izleyedurduğum sırtı dönük insan benmişim. Yarık gittikçe açılmış ve ben yüzümü hiç bana dönmemişim. Şimdi ufkun ötesine doğru ilerledikçe benden oluşmuş bir noktaya odaklanan gözlerim bir ümit "gel" çağrıları yapsa da elinde olmayan bir hisle çok iyi biliyor ki, yaşadığı bu hisler onunla en azından çok uzun bir süre boyunca yaşayacak. Noktanın yokluğundan sonra kendisini tekrardan inşa etmek zorunda kalacak olan bu insanımsı için zor günler başlıyor olmalı diyebilirim. O da biliyor ki kazan kaynıyor, değişim ve dönüşümün kaçınılmaz olduğunu savunan aklı, kendinin de yine şaşırtıcı bulacağı şekilde çoktan bu hengamenin ortasına atıldı bile. Oysaki anlamasını beklemeye fırsat verilmemişti bile.
Neyse. Bir gün sadece oturup birbirimize yazılarımızı okuyalım istedin. Tek bir noktayı atlamıştın. O da özümdü. Ona dair duyumsadığım hiçbir şeyi bilmiyordun sen. Daha doğrusu duyumsayamadığım her şeyi. Şiddetli bir geçimsizlik yaşadığım ve varlığının acısını yokluğunun sinirini yaşadığım kendimin tüm serzenişlerini ben bile okumaya katlanamazken, dayanamıyorken bu isteğin çok uzaktı bana şimdilik. Bugün ilk defa herkese açık olarak içimi döküyorum. Kalabalık bir sokağın ortasında durmuş kıyafetlerimi, derimi, etimi soymak için gayrete girişmiş gibi tasvirleniyor gözümün önünde kendim. Sen de bunu görmek istiyorsun. Yine de ben istiyorum ki önce sen değil. Önce sen değil.
Hep ve hiç neyseler.
Sadece, bilmiyorum.