Antik kütüphanenin sessiz koridorlarında,

bir arayış içerisindeydi, adı yankı yapmayan kişi.

Temkinli ayak sesleri ve karanlıkla bütünleşmiş silueti,

uğursuz kütüphanenin tozlu bölmelerinden sekiyordu.

Yolcunun, evrendeki sırlara bitmek tükenmek bilmeyen bir açlığı vardı.


Ve bu açlığını dindirmek için 

hazırdı anlaşmaya karanlıkla.


Derin gizemlerle örülü bir kitap keşfetti,

sayfalarında eski bir bilgi hazinesi barındıran.

Sadece kağıt ve mürekkep değil,

karanlık varlığın içsel yankılarından oluşturulmuş bir kitap.


Karanlık ritüellerin işlendiği bir oda kurdu.

Tam da karanlığın kalbine.

Sis bulutları, odayı örtüp,

gölgelerin dansını başlattı.


O,

kudreti elde etmek uğruna

çekti içine karanlığı.


Ancak, evrenin derinliklerinden gelen uğursuz bir homurtu,

onun adını anmıştı.

Kitap,

ona sonsuz bilgeliği sunarken,

görülmemesi gereken şeylere de tanık oldu.

Evrenin korkunç ve gizemli yüzü,

hızla akıp geçti gözlerinin önünden.

Kabuslar, onu geceleyin bir diğer boyuta taşıdı.

Evrenin karanlık sırları,

onu adeta bir ruh gezgini gibi gezdiriyordu.


Bir bilgeydi artık,

tıpkı istediği gibi.


Lakin karanlık onu sardı.

Bilgeliğin ağırlığı, zihinsel bir yıkımı da beraberinde getirdi.


Aynaya baktığında, kendi yansımasında boş bir çift göz buldu.

Gözler,

görmemesi gereken her şeyi görmüş olan gözler;

artık göremez olmuşlardı.

Kana bulanmış elleriyle aynaya dokunduğunda

yüzeydeki yankısızlığı hissetti.

Sonunda,

kendi ruhunu tanıyamayan

bir gölgeye dönüştü.


Bir bilgeydi artık,

tıpkı istediği gibi.