Çekoslavakya'da devlet başkanlığı da yapan ünlü yazar Vaclav Havel'in önemsediğim bir sözü var:


"20. yy. toplumları o toplumda var olan mühendis sayısına göre değerlendirilirdi. 21. yy. toplumları ise o toplumda var olan bilge ve filozofların sayısına göre değerlendirilecektir."


Bu bağlamda benim ilgimi çeken tasavvuf. Bu konuda artan bir meyil var. Tasavvuf bir yöntem. Bilim-bilgi bireysel olamaz desek de kaynağını bireyden alan bir keşif. Asli olarak metafiziğe dayanıyor. Bir anlamda felsefe de diyebiliriz. Sufiler "hal" diyorlar.


Metafizikte ünlü mutasavvıf Konevi ilkeleri şöyle sıralar: Sahih akıl, vahiy ve keşf. Sahih akıl önem. Aklın psikolojik, çevresel ve kültürel etmenlerle bozulmamış olması demek. Ancak o zaman sufilerin bilgi aracı saydıkları kalbe dönüşebiliyor. İbn'ül Arabi "fıtrat" terimini kullanıyor. Örneğin ibni Sina 'selim fıtrat sahibi' olarak anılmıştır. Felsefede aklın önemi büyük.


Tasavvufta, yani hikmet felsefesinde olgunlaşan insana "veli" deniyor. İnsan-ı kamil de denir, bilge de denir. Bilge insanlar bugün yok mu? Elbette var, her yerde karşımıza çıkabilirler. Anadolu'muzda eskiden bu bilgelik, erenlik çok değerliydi. İnsanlar çocuklarını dergahlara adarlardı. Okusun, eylesin, bilge-eren olsun derlerdi. Bugün başka bir kaynakta akıyor. Herkese açık internette dahi yollar, yöntemler, haller anlatılıyor.


Ben de gençken bilge-eren olmak istemiştim. Okudum, nefsimi terbiye etmeye çalıştım. Bugün bektaşi-melami çizgide hayatımı sürdürmeye çalışıyorum.

Bu konuda dilime gelen dörtlük şöyle:


Tanrı aşkı geldi kondu

Yaşama güzellik doldu

Muradlara ermek için

Doğruluk gözlenir oldu


Sevtap bu sözü söyledi

Aşkın sırrın faş eyledi

Dileklerine ermedi ama

Tanrı onu hoş eyledi.


21. yy.da ülkemizi bilim ve felsefede olduğu kadar tasavvufta da gelişmiş görmek isterim.