Ben, ben birini vurdum. Sevdiklerime, hastalarıma dokunduğum bu ellerle birini vurdum. Gözümü bile kırpmadım ve o, tam o an oracıkta öldü. Hatamı geri alma fırsatım bile olmadı.
Titremezliği ile ünlü ellerimi seçemiyorum. Bir nefesi söndürdüm ben. Ne yapacağım, ne yapmalıyım bilmiyorum. Silah nerede? Silahı nereye koydum? Göremiyorum. Silahı ortadan kaldırmalıyım. Tüm kanıtları yok etmeliyim. Polisi, polisi arayamam bu şekilde teslim olamam, birini öldürdüğümü öğrenmelerine dayanamam, izin veremem. Kanıtları yok etmeliyim. Silahı bulup tuvalete atsam, bedeni… bedeni ormanlık bir alana taşısam, filmlerdeki gibi yani. Kimse fark etmeyebilir, beni bulmalarını engelleyebilirim. Önce, önce silah sonra beden. Çabuk olmalıyım, biri duyup ihbar etmiş olabilir.
Yanaklarım ıslanmış. Ben bedeni sürükledikçe daha çok kırmızı oluyordu her yer. Birini öldürmüştüm ve teklemeden kendimi kurtarma peşindeydim. Derimi tırnaklarımla yüzmek istedim. Kendimi de o bedenin yanına soğuk bir şekilde koymak istedim. Ancak böyle bu korkunç yükü layığıyla omuzlayabilirdim. Dünyadan bir katil eksiltebilirdim. Boylu boyunca cesedin yanına uzandım. Gücüm onu yok etmeye yetmeyecekti. Nefes alamıyordum, her yanım acıyordu. Daha iyi, birine yaşattığım acıyı kendim hissetmek daha iyi. Bunu nasıl yaparım? Ben birine nasıl kıyarım? Hem de bu ellerle. Annemin öptüğü, gururla "Canım kızım hayat kurtarıyor." dediği; oğlumun minicik parmaklarıyla dokunmayı seçtiği ellerle. Kan hiç böyle üzerime sıçramamış, bu kadar kontrolsüz ona bulanmamıştım ben. Midem bulandı. Kafamı sağa çevirdim ve ne varsa çıktı içimden. Yatmaya devam ettim.
Af dilemek istiyorum. Onu karşıma alıp beni affet diye yalvarmak istiyorum. Bunu yapmak istemedim, kazayla bir anda oldu, düşünemedim demek. Böyle biri değilim, beni bu şekilde hatırlama demek. Son kez temiz ellerle dokunmak. Sesini duymak.
Ellerim telefona gitti, onu buldum, ismine tıkladım. Çaldı, çaldı.
"Efendim?" Sesini duyunca rahatladım. Orada, az ötede olanlardan bihaber, bana sesleniyor. Konuşamadım, boğazıma bir yumru oturmuştu. Nefes aldı, verdi.
"Ne oldu? Bir şey mi oldu? Ağlıyor musun?"
Ağlıyor muyum, ne zamandan beri? Bir hıçkırık çıktı ağzımdan.
"Endişeleniyorum."
Sessiz kaldım. Ona nasıl anlatabilir, nasıl yalvarabilirim. Bilmesini istemiyorum.
"Evde misin? Yanına geleceğim."
Gelme diyebildim, sessiz kaldı. Özür dilerim dedim. Sen sakin ol birazdan geleceğim dedi. Kapattı. Elim bembeyaz olmuştu. Gözlerimi yumdum.
Kapı çaldı, sonunda beni almaya geldiler. Kaçmak için çok geç kaldım saklanmam gerek. En azından birkaç saniye daha katil sıfatından korunabilirim. Hangi deliğe saklanabilirim? Ne beni kucaklayarak koruyabilir? Masanın, koltuğun arkasına girsem, yatağın yanına çömelsem… Bu ses olmasa, zili ısrarla çalmasalar daha net düşünebilirim. Dolaba mı girsem? Olmaz. Kıyafetlere de kirimi bulaştıramam. Teslim olmam gerek. Kapı açılmaya başladı. Artık kaçış yok.
Gencecik, yirmili yaşlarında bir oğlan başını uzattı. Yüzünde önce korku, sonra şaşkınlık ve telaş belirdi. Benden tiksinmiyordu henüz. Zavallı çocuk bunu görmek zorundaydı. Biraz daha büyük biri olsaydı… İşini kolaylaştırmak için bileklerimi önüme kelepçeye hazır halde uzattım. Cesedi görmesin diye önüne geçtim. Hızla yanıma geldi.
"Anne? N'apıyorsun, basma oraya!"
Oğlum? "Camlara dikkat et, her tarafın kesilmiş."
Nasıl olurdu? Yere baktım. Bir yüz bana baktı, ölü bir yüzdü. Bilmediğim bir yüzdü. Yerdeydi. Kan içindeydi. Benim yüzümdü.
Orada biri yatıyordu.