Uyarı: Okuyacağınız öyküde tetikleyici unsurlar bulunabilir.



Koşarak mutfağa gelmişti kardeşim, rengi gitmişti. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı sabinin. "Annem ölmüş," dedi, "yastığında kanlar var."


Beş adımlık mesafeyi uçarak gittiğimi sanıyorum. Ölmemişti. Nöbet geçirip dilini ısırmıştı, kanlar ondandı. İçim rahatladı tabii ama uyandıramadık bir türlü. Ambulans çağırmaya komşuya gönderdim kardeşimi çünkü o zamanlar komşuluk ilişkilerimiz zedelenmemişti. Velhasıl annemi hastaneye götürdük. İlk müdahalenin ardından tomografi odasına gönderdiler bizi, o zaman uyandı annem. Ölmüş dedemi sordu bana, bir hafta önce cenazesinden geldiğimiz. Abimi sordu, bir hafta önce köyde cenaze işleriyle ilgilenmesi için bıraktığımız. Ne diyecektim? Korkmuştum, büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Annem aklını yitirmiş gibiydi. Herkes bize bakıyordu, anneme acıyorlardı, bana da üzülüyorlardı; oysa nefret ederdim insanların böyle bakmasından.

Tekrar sordu: "Deden nerede?"

"Anne, dedem öldü ya, unuttun mu?" dedim.


Bağırıp feryat etmeye başladı. Acısı, haberi duyduğu ilk andakinden daha şiddetliydi, dizlerini dövüyordu. Abin nerede, diyordu tekrar ve ben tekrar köyde bıraktık, okulum için döndük erkenden, diyordum, yine başa dönüyordu. Ağlamaları dinmek bilmiyordu. 


Neye ağlıyordun canım kadınım? Ölen babana niçin bu kadar ağlıyordun? Sizi, daha kardeşin beşikteyken, sen konuşmayı bile sökememişken anasız bırakan, cezasını bile çekmeden türlü hilelerle kendini temize çıkaran ve daha annenin kırkı çıkmadan gencecik bir kızla evlenip onun da hayatını mahveden değil miydi senin baban? Neden ağlar bir insan, insanlıktan nasibini alamayana... Yoksa senelerin içinde biriktirdiklerini mi kusuyordun, öfkeli miydin babana, neydi derdin anne, neden böyle yapıyordun?


Kendine gelmesi saatler sürdü. Çaresiz, dayıma haber verdim. Neticede ablasıydı hastanede yatan. Geldi. Çıkış işlemlerini hallettik. Tutturdu bize geleceksiniz diye, tutturdum ben size gelmek istemiyorum diye. Baktım annem yine tetiklenecek, eğdim başımı gittim dayımın evine. İlk kez sığıntı olmak neydi o gün tattım. İlk kez insanın barakadan bozma bir evinin dayısının evinden katbekat üstün olduğunu fark ettim. Kimse sözleriyle kalbimi kırmadı o evde ama kimse ait olduğumuzu da hissettirmedi. Yani bize ev olamadı dayım. Tıpkı babasının asla onlara baba olmadığı gibi. Kimsenin evinde sığıntı olarak kalmayı kabul edemezdim. Ben anneme yeterdim, ikna ettim. Çıktık evimize geldik.


Korktum hep. Gündüz annemin soruları aklımı oynatmama sebep oluyordu. Hiç ummadık anda beni şok eden sorular soruyordu. Konuşuyor, konuşuyordu; ben cevap verince "Ne?" diyordu, "sen ne saçmalıyorsun?" Zihni ona oyunlar oynuyordu.


Kardeşim çok küçüktü. "Herkes bizimle dalga geçer. Arkadaşlarım evimizi deli kadının evi diye gösterir, kimse oynamaz benimle," diyordu.


Geceleri annem ölmesin, olur da bir nöbet gelirse yine dilini koparmasın diye nöbet tuttum başında, gözümü kırpmış olabilirim arada ama uyumadım asla. 


Zaman geçti, annem iyileşti diyemem. O dönemlerin tüm etkileri üzerinde. Bazen yine söylediklerinin bilincinde olmuyor. Öyle sorular soruyor ki küçük dilimi yutacağım sanıyorum. Ama alıştım gibi. Elimden geldiğince ona destek oluyorum. Ve her fırsatta onu bu hale getirenlere olan öfkemi diri tutuyorum. 


Diri tutmam gerek çünkü o öfke beni hayatta tutacak. O öfke sayesinde kadın mücadelesini sürdürmeye devam edebileceğim. Travmalara, şiddetin her türlüsüne maruz kalan tüm hemcinslerim size sözüm var. Bu devranı döndüreceğiz. Mücadelemizden vazgeçmek yok. Kalbi kırılmış, annesiz bırakılmış tüm kız çocuklarının hesabını soracağız.