Bugün özlemekten bahsetmek istiyorum. Bilineni ve bilinmeyeni özlemekten. Bilineni özlemek diye bir şey var. Bir an, bir mekan, bir koku, bir insan ne gelirse işte aklınıza. Bu tür özlemlere yüzeysel özlemler diyorum ben. Çünkü özlenen belli, hayatımızın geçmiş zamanından bir kahraman. İyi ya da kötü dokunmuş bir şekilde hayatımıza. Hissedilmesi gerekenler hissedilmiş, doğru ya da yanlış tepkiler verilmiş. Bu kahramanlar hayatımızın bir ucundan tutunmuş bize ya da yenik düşmüş zamana. Yani bir nevi olması ya da olmaması gereken olmuş. Peki ya bilinmeyene duyulan özlem. Yaşanmayana, duyulmayana, sonucu olmayana, sadece tahminden ibaret olana duyulan. Mesela tutsaydın elinden ya da öpseydin. O gün oraya değil de şuraya gitseydin. Yani demem o ki insan bilinene değil bilinmeyene, yaşanmayana hasretlik çeker.