Her sabah uyandığımda bir sonraki sabahın nasıl geleceğini bilmenin hüznünü yaşıyordum.
"Lanet alarm. Kapa çeneni."
Artık yorulduğumu yavaş yavaş hissediyordum. Uzun gecelerin ardından her şeyi kapatıp uyumak anlamsız geliyordu. Yaz tatilinde yine istediğim parayı bulamamıştım. Yaşım ileriye doğru gittikçe geriye doğru gittiğimi fark ediyorum. Sabah üstümde bir üşengeçlik var. Hala hava karanlık. Daha güneş yüzünü göstermemiş yeryüzüne. Birkaç dakika arkadaşım olan boş duvarları seyretmem gerekiyor. Düzenli olarak her sabah bu rutini yerine getiririm. Hiçbir şey düşünmeden, içimdeki kaosu anlamlandırmak için yapmam gerekiyordu. Balkona çıkıp sigaramı yaktım. Balkonun korkuluklarına dirseğimi yasladım. Sokaklarda bir cansızlık vardı. Bu saatlerde sokakların kalabalıklar içinde olması anlamsız olurdu zaten. Saat sabahın körünü akşamın sağırı geçiyordu. Ocağın altını yakıp tavaya birazcık yağ döktüm. Erkek işi basit bir kahvaltıya yeteneğim vardı. Yumurtayı hazır hale gelince tavaya döktüm. Sabah kahvesine hiçbir zaman hayır dememişimdir. Yumurta, kahvaltılıklar, kahvem hazır. Kıyafetlerimi hızlı bir şekilde değiştirip kahvaltı masasına oturdum. Yavaş yavaş yemeye başladım. Evimde televizyon yoktu. Her yerin ekrana dönüştüğü bir evrende yaşadığım her yerin ekrana dönüşmesine karşıyım. Gündem takip etmeyi uzun zaman önce bıraktım. Vakit kaybı olduğunu düşünüyorum. Zamandan daha önem arz eden bir konunun olmadığını düşünüyorum. Otobüse geç kalmamam gerekiyor. Her şeyin kapalı olduğundan emin olunca kapıyı çarptım. Cebimden sigara paketini çıkardım. Çakmağın az bir ömrü kalmış anlaşılan. Yanmama konusunda ısrar ediyor. Kendimi otobüs durağına attım. Otobüsün gelmesine tam bir dakika var. Etrafta kimseler olmadığı için bir dakikayı saniye saniye saymaya başladım.
" Altmış, Altmış bir. Bir saniye gecikmeli bile olsa gelebildin sonunda. "
Otobüse bindim. Kartımı okuttum. Arka koltuklara geçip okuduğum ince kitabı çantamdan çıkardım. Yolları izlemenin pek bir anlamı yok. Yollardan sıkıldım. Her gün bu yolları izlemenin sıkıntısı kurgu okuyarak gideriyorum. 20 sayfa gibi bir yol katettim. Geleceğim durağa bir durak kalmıştı. Kitaptan başımı kaldırmama bir öğrencim yardımcı oldu.
" Hocam. Günaydın." dedi.
Yüzünde küçük bir yara vardı. Gülümsemesi yaraya olan odağımın önüne geçti.
" Günaydın, Mikail."
" Hocam bir konu üzerinde sizinle konuşmak istiyorum." dedi.
" Burada mı?"
Yüzünde hafif bir tebessüm vardı.
" Hayır, hocam. Okulda odanıza gelirim. Konuşabiliriz değil mi?" dedi.
" O da soru mu Mikail? Kapımın bütün öğrencilerime açık olduğunu biliyorsun."
" Hocam geldik." dedi.
" Farkındayım Mikail."
Otobüsün kapıları açıldı. Bir yığın öğrenci indi otobüsten. Her öğrencinin sabah selamlaşmasına karşılık vermek zorundayım. Bu durumu bir zorunluluk olarak görmüyorum. Gençlerin umut etmesini, hayal kurmasını sağlayan bizleriz. Hepimiz böyle değildik. Bu kabiliyet meselesi. Sabah töreni bitince öğrenciler içeriye gitti. Ben güvenlik görevlisiyle kaçak göçek sigara içiyordum. Sema öğretmende yanımıza geldi.
" Günaydın, Serkan Hocam. " dedi.
" Günaydın, hocam."
" Hocam bugün size bir öğrenci göndereceğim. " dedi.
" Bekliyorum hocam. "
" Öğrenci hakkında bilgi almak istemiyor musunuz?" dedi.
" Daha önce yine bir öğrenci gönderdiniz. Yanlış hatırlamıyorsam aynı soruyu yine sormuştunuz. Sorunuza cevap vereyim. Öğrenci hakkında gerekli bilgiyi öğrenciden alırım. Sadece ne için gönderdiğinizi söylemeniz yeterli."
" Kusura bakmayın. Sabah dalgınlıĝı var üzerimde. Sınıf içinde fazla hareketli. Dersleri sürekli bölüyor. " dedi.
" Halledeceğim. İzninizle."
Sigarayı kültabağına bıraktım.
" Kolay gelsin Ali Abi."
" Sağ ol Serkan. Yine gel. Çayın altını yaktım. " dedi.
" Eyvallah abi. Geçelim mi Sema?"
" Geçelim hocam. " dedi.
Merdivenleri beraber tırmandık. Öğretmenler odasına doğru gitti. Bende kendi odama geçtim. Bilgisayarın düğmesine bastım. Gelen talimatlara var mı diye kontrol etmek istiyorum. Çay makinesinin fişini taktım. Bilgisayar açılana kadar kendime geçenlerde yurt dışından getirttiğim çayı demlemek için kolları sıvadım. O sırada kapı çaldı. Sabah bahsi geçen öğrenci olmalıydı herhalde.
" Gel."
" Merhaba hocam. Sabah otobüs durağında konuşmuştuk." dedi.
" İçeriye gelir misin Mikail? Hatırlıyorum. Bir şeyler anlatmak istediğini söylemiştin. Kapıyı kapatıp içeriye gelir misin? "
Kapıyı kapattı. Çekingen bir şekilde karşımda dikiliyordu. Suçlu gibi sadece önüne bakıyordu.
" Oturmak ister misin? "
" Hayır, hocam. Böyle iyiyim." dedi.
" Seninle daha iyi bir iletişim kurmam gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden duvarın önündeki sandalyelerin ortasında sıkışmış sandalyeye oturur musun? "
" Oturayım hocam. " dedi.
Çekingen bir duruşu hala devam ettiriyordu.
" Bir şeyler içer misin? Sadece çay seçeneğin var. Çayın yanında birkaç bisküvi çeşidi ekledim. Kendine şu dolaptan bir bardak çıkarır mısın? "
" Tamam, hocam." dedi.
Koridordan biri bağırmaya başladı. Tam kapıya doğru giderken içeriye girdi. Celal çocuğun birinin kulağından tutarak içeriye girdi. İyi bir matematikçi olduğu kadar kötü bir eğitimciydi. Kapıdan pat diye girdiği içinde nezaket konusunda yetersiz olduğu anlaşılıyordu. Mikail Celal'in içeri girmesiyle aniden ayağa kalktı. Celal'i sevmiyordum açıkçası. İş gereği katlanılması gerekilen bir dalkavuk olduğunu söyleyebilirim.
" Hocam. Ben bu çocukla uğraşmaktan usandım. Dersin gidişatını sürekli bozuyor. Ne yapsam bir türlü akıllanmadı. İlgilenmeni rica ediyorum." dedi.
" Tamam, hocam. Ben ilgileneceğim. Size iyi dersler diliyorum. "
Celal'e fazla yüz vermedim. Aslında çocuğu yaka paça getiren bir dangalığa haddini bildirmek gerekiyordu. Neyse, teneffüste yanına giderim. Gerekli ihtarı çekerim. Çocuklara birer bardak çay doldurdum.
"Çaylarınız arkadaşlar. Hangi bisküviden yemek isterseniz onu açabilirsiniz. "
Diğer gelen çocuğa baktım. Suçlu gibi önüne bakıyordu.
" Hey! Yerde bir şey mi arıyorsun?"
" Efendim hocam." dedi.
" Arkadaşlar benim görevimin ne olduğunu dönem başında sınıfları tek tek gezerek anlattım değil mi? Hatta sende soru sormuştun."
İkisi de başını salladı.
" Senin ismin ne?"
" Burak öğretmenim." dedi.
" Demek aramıza yeni katılan Burak öğretmen sensin. Hoş geldin hocam. Hemen yüzünüzü ekşitmeyin. Soğuk espri olduğunu bende biliyorum.
Sırıtmaz suratlar hafiften açılmaya başlamıştı.
"Mikail seninle öğlen arasında görüşelim, olur mu? "
"Fark etmez hocam." dedi.
"Anlayışın için teşekkür ediyorum. Şu ders düzenini bozan arkadaşınla biraz konuşayım şimdi. "
Mikail odadan çıktı.
" Sen hocanı boş ver. Sorun ne? Dersin gidişatını ne için bozuyorsun Burak?"
" Hocam Celal Öğretmenin dersleri sürekli sıkıcı geçer zaten. Sürekli bizlerden şikayetçi. Geçen birini sırf soru sorarken parmak kaldırmadığı için bir ders boyunca ayakta bekletti. Arkadaşıma bir şeyler hakkında bahsediyorum. Kabul ediyorum dersle alakalı olmadığını. Birkaç kez daha yapmıştım. Ben verdiği cezalardan ya da kendinden korkmuyorum. Böyle de olunca beni buraya getirdi. Derslerinde etkinlik yaptırmıyor, bizle sohbet bile etmiyor. Adam pardon Celal hoca üniversitede görev yapan profesörler gibi. Ders anlatımın böyle olduğu içinde bende sıkılıyorum. Aslında olan bu hocam. Bana inanmıyorsanız diğer arkadaşlara da sorabilirsiniz." dedi.
" Sana inanmıyorum demedim Burak. Ekleyeceğin başka bir şey var mı?"
"Yok, hocam." dedi.
" Çıkabilirsin Burak. Ben hocanla konuşacağım. Yalnız senden hocanın istediği öğrenci rolünü oynamanı ben hocanla konuşana kadar devam ettirmeni istiyorum. Bunu yapabilir misin?"
" Anlaştık hocam." dedi.
Kapıyı kapattı. Zil sesi yükseldi. Zil sesini eğitim hayatım boyunca hiç anlamadım. Bu kadar ses kirliliğine gerek var mı? Bilmiyorum açıkçası.