Bilinmeyi istiyor muyum sorusu çocukluğumdan bu yana zihnimi işgal eder. Bilinmeyi kim istemez ki? Bunu da bildiğim pek söylenemez. Hoş , insan neden bilinmek ister? İstemek utanmakla eşdeğer olduğu için, bilinmeyi-tanınmayı istemek insan için bir utanç kaynağı olabilir. Dolayısıyla bilinmeyi istemek utanılacak gibi bir şeymiş gibi insan yıllarca kaçar kendinden.
Bilmek, bilinmek, tanınmak, şan ve şöhret insana kibir de getirebilir, engin bir alçakgönüllülük de. Hangisinden utanacağını insan kendi içinde muhakeme etmelidir. Kibre dayalı şöhret kadim gelenekte utanç hatta bî-namus kaynağı olarak zikredilir. Böylesi insandan genelde kaçar, kendi kibrinden kendisi olmasa da karşısı gocunur. Tam bu sebeple bize anlatılan her mistik hikâye bilmeyi tanrılaştırırken, bilinmeyi ve bilinmek arzusunu, tanınmayı bir bela olarak addeder. Sinoplu Diyojenin gölgeden başka ihsan istememesi de bundan sebeptir. Ama gelin görün ki biz onu bildik ve tanıdık. Soru da bu işte, o ve onun gibiler, hayatında bilindi mi? Bizi görüyorsa eğer, bilinir olmaktan utanıyor-gocunuyor mu? Bunu da bilmiyoruz fakat bildiğimiz bir şey varsa o ki enaniyete dayalı her şey bizim için utanç kaynağı.