Bugünde farklı bir insanın gündelik hayatına meze olmuştuk.Gölgesi bol bir parkta kitap okuyan bir insanın ayaklarının etrafında karnımızı doyurmaya çalışıyorduk.Bedava yemeğe alışmış bedenim bundan mutlu olsada ruhum bu ızdıraba dayanamıyordu.Eminim bu ihtiyar ayaklarının altında bir grup güvercin dolanırken okuduğu kitaptan nasılda zevk alıyordur diye düşündüm.Daha dün hep beraber bir ağacın dalında sohbet ederken arkadaşlarıma Jonathan Livingston adında bir martının verdiği mücadeleden bahsetmiştim.Artık insanlardan uzak kalmayı ,ormanlara uçmayı özgürlüğün tadını çıkararak kendi mücadelemizi vermeyi teklif etmiştim.Değişen bir şey olmadı masmavi göklerde rüzgarın tadını çıkarmak varken, ormanların sonsuz nimetlerinden doya doya faydalanmak varken kanatlarımıza ihanet etmiş, zehir kokan betonların arasında, göstermelik bir parkın içerisinde elindeki kitabı okuyarak belkide buralardan kaçmak isteyen bir insanın ayaklarının altındaydık.İşte tam o an aklıma karşı konulamaz bir fikir geldi.Evet, belkide bu insan hakkında yanlış düşünüyordum o da benim gibi daha huzurlu, daha yeşil, daha özgür bir yer aradığı için buradaydı ve bu yüzden bizi besleyerek bir nebze olsun gönlünü ferahlatıyordu.Belki o da buralardan uzaklaşmak, yemyeşil ormanlarda kendini keşfetmek istiyordu.Hızlıca ağaçtan bir dal kopardım ve bankın kenarına yuva yapmaya başladım.Arkadaşlarım ne için uğraştığımın bile farkında değillerdi,kafalarını bile kaldırmadan önlerine atılan yemleri yemeye devam ediyorlardı.Planım muhteşemdi, onun yanına bir yuva yapacaktım ve beni yuvamla beraber alıp daha fazla yeşilliğin olduğu bir parka belkide bir ormana götürecekti.Onu vicdanıyla vereceği bir savaşa itmek istiyordum.Kurumuş dallar, yeşil otlar, yere atılan tel parçaları derken derme çatmada olsa yuvamı yapmıştım.Artık tek yapmam gereken bu belkide mutsuzluktan saçları dökülmüş ve buralardan kaçmak isteyen ihtiyarı benide götürmesine ikna etmekti.Sağa sola uçmaktan yorgun düşmüş kanatlarımı dahada aşağı eğerek bankın üzerine kendimi bıraktım.Evet oluyordu, ihtiyar gözlerinin ucuyla beni süzmüş, bir ayağını diğer ayağının üzerinden indirmiş,kitabının arasına işaret parmağını koyarak bana doğru dönmüştü.Kalbim yerinden çıkacaktı, arkadaşlarım ihtiyarın ayağını indirmesiyle yanlara doğru uçuşmuş kafalarını kaldırmış ,beni ve ihtiyarın bakışlarını şaşkın bir şekilde izliyorlardı.İhtiyar beni uzun uzun süzdükten sonra cebinden bir not defteri çıkardı.Okuduğu kitabın üzerine not defterini koyarak birşeyler karalamaya başladı,içimden ‘bırak artık şu defteri kitabı al beni götür uzak diyarlara’ diyerek bağırmak geçti.Birkaç dakika geçmeden arkasından birisi bize doğru bağırdı:‘Hocam bu ayın dergisi için kapak fotoğrafını hallettim,buradan muhteşem gözüküyorsunuz’.Derken ihtiyar kalktı, cebinde kalan tüm yemleri etrafa saçtı, not defterini ve kitabını sağ kolunun altına aldı.Dönüp yuvama bir kere dahi bakmadan kendisine seslenen öğrencisine doğru yürümeye başladı.Ben, kursağı bedava yemden patlamaya yaklaşmış arkadaşlarım ve bankın üzerinde yeni yaptığım derme çatma yuvam geride kaldık.İşte o gün kanatlarımın bana küstüğü gündü, özgürlüğün tadına varmak için kendi kanatlarıma değil bir ihtiyara,bir grup şişman güvercine ve derme çatma bir yuvaya ihtiyaç duymuştum.Kendi kendime belkide Jonathon Livingston’un hikayesini duymasam, özgürlük fikri aklımın ucuna hiç gelmeyecekti dedim.Günün sonunda kanatlarım bana bende yüzünü dahi görmediğim bir martıya öfkeli bir şekilde ,ihtiyarın yere saçtığı son yemleri yemek için arkadaşlarımın yanına geri döndüm.
Bilmemek en doğru şey olabilir mi?
Yayınlandı