Sessizliğin rengini ezberle.

Ağzındaki süt kokusu düştüğünde halıya,

Gece, hoyrat bir fırtınanın çatılardan aldığı öçle

Sarsarak tükürecek seni ucuz bira kokan kıyılara.

Dudaklarından şarabı,

Zihninin kıyılarından ufuk çizgisini çekip alacağım.

Ellerinde kirli bir fırça tutarken bile,

Hep maviye boya gözlerindeki ışığı.

Bir kemanın ince telleri ayırırken aramızdaki gürültüyü,

Şehir kan kıyametti,

Haberi yoktu senin ağladığından.

Herkes kendi dünyasının kayalıklarında kanardı,

Üşümüştü çiçeklerin, dökülmüştü.

Sen küçük bir çocuktun.

Ve dünya dediğin o alem daha zalimdi babandan.

Yakıp yıkılmıştı.

Sen hep çok uzak ülkelerin şarkılarını söylerdin.

Ben sana eski bir çamaşır makinesinin çıkardığı uğursuz sesin ardında hikayeler okurdum.

Çünkü sanırdın ki dünyanın kiri o büyük kürede yıkanırsa arınır.

Bilmezdin.

Kuru bir dal gibi sallanır sallanır dururdu gökyüzü,

Sen küçük bir oğlan çocuğuyken bile,

Ben senin için şarkılar okurdum.

Yağmura, toprağa, düşen yıldıza.

Gök gürleyince;

Saklanıp şiltenin altına girdiğinde,

Seni kucaklardı ıslak merdivenler,

Ellerin, çamurla kaplı bir gün gibi caddeleri boyardın.

Sen bilmezdin.

Uzak ülkelerin türküleri senin için ağlardı.