Mayıs ayının başlarında o yeni yeni açmaya çalışan tomurcuk tomurcuk erguvanların eşliğinde Çam Limanı Koyu'na doğru yürüdü Lemariz. Batmakta olan günün gökyüzünü turuncudan mora boyayışına şahit olurken Van Gogh tablosuna sıkışıp kalmış da halinden oldukça memnun ilerlemeye devam ediyor gibiydi. Esen ılık rüzgar, saçlarını ve elbisesini uçuştururken çiçeklerin o taze kokuları ciğerlerine doluyordu. O rengarenk yolların hissettirdiği hayatta olma hissi içini huzurla doldurdu. Sahafın yanından geçerken kitapların muazzam kokuları akşamın o tatlı kokusuyla karışıp ciğerlerine nüfuz etti. Kitap kokmayan sokaklardan, hayvanların korktuğu mahallelerden hiç hazzetmezdi. Gözü önce duvarlardaki renkli posterlere sonra sahafın önündeki sevimli kediye ilişti. Hafifçe eğilip bacaklarına sürtünen kendinin başını okşadı. Karşılık olarak kedinin tatlı mırıltılarını dinledi. “İyi akşamlar.” dedi oradan bisikletle geçmekte olan bir çocuk. Gülümseyerek karşılık verdi Lemariz genç çocuğa. İnsanlarla iletişim kurmaktan çekinmeyen özgüvenli çocuklar... Dünyadaki tüm çocukların kendini sevmesini ve kendine güvenmesini diledi Lemariz. O gülen gözlere muhtaç bu dünyada onlardan selam almak ne büyük şanstı.
Çeşitli çiçeklerin ve kocaman ağaçların arasından yürüyüşüne devam ederken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında martı seslerini ve denizin o tuzlu kokusunu yavaş yavaş duyumsamaya başladı Lemariz. Elbisesinin uçuşan uçları kanatlarıymış da Lemariz gökyüzünde süzülen bir turnaymış gibi hissetti. Bulutların yumuşaklığını, yükseltinin serinliğini teninde hisseder gibi oldu. Sığ sularda salınan uzaktaki sandalları görebiliyordu. Yüreğini o sandallara bindirip mavilerin eşsizliğinde gözden kaybolmak istedi. Uzaklara açılırken kendini ve düşüncelerini arkada bırakabilmek...
Değirmen Tepesi’nden yürümeye devam etti. Değirmenburnu Mesire Yeri'nde beyaz ve kırmızı evlerin arasından pembe İnönü Evi Müzesi’ni ayırdı. Hayranlıkla evi inceleyip gökyüzüne baktı. Gökyüzünün maviliğini ezbere bilenlerin , kaldırıp başını şöyle bir kez bulutları izlemeyenlerin, çiçek yetiştirmeyenlerin hayatlarının ne denli sıradan olduğunu düşündü. Denize kıyısı olmayan bu insanlar, ne dağ ne çayır ne gölet istiyorlar ve şehir hayatının ortasında günlerini geçiriyor ama asla yaşamıyorlardı. Zamanın böyle fütursuzca harcanması ne acıydı. İnsan her saniyesini istediği gibi geçirmeliydi ondan geçirmesini istendiği gibi değil.
Çevre evlerin bahçelerindeki ağaçların o rengarenk çiçekleri olur da asılı oldukları daldan ayrılıp Lemariz'in uçuşan saçlarına karışacak olursa Lemariz de o çiçeklere karışarak bulutlara erişiyordu. Biraz daha ilerledikten sonra Çam Limanı Koyu'na vardı. Çevreye yayılan kahve kokularını, tavla oynayan ve sohbet edenlerin tatlı sohbetlerini duydu. Burasının ayrı bir havası vardı. Öyle meteorolojiyle açıklanamayacak ancak yürekle açıklanabilecek bir hava... Ancak her yüreğin harcı değildi buranın havasını kelimelerle yansıtabilmek. İnsanın hayalinde kurgulayabileceği ve rüyalarında görebileceği bir cennet misali onu saran bu havaya ister istemez kendini teslim etti.
Tekneler yavaş yavaş kararmakta olan havaya karşın fenerlerini yakmaya başlamıştı.
Gemilerin yıldızları parıldarken suyun parıltısı da gözlerinin parlaklığına karıştı Lemariz'in. “İnsanın gözlerindeki pırıltılı sönerse geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş demektir.” diye düşünerek ağaçlardaki kuşların şarkıları eşliğinde tekneleri seyre daldı. Yavaş yavaş sallanan tekneleri seyrederken hayal dünyasında çocukluğuna döndü Lemariz. Yeşil ve mavinin arasında yere basan o minik ayaklarını ve ciğerlerine dolan henüz fabrika dumanı ve hızlı kentleşme tarafından kirletilmemiş o temiz havayı düşündü. Berrak suyun altındaki taşları ve kıpır kıpır balıkları seçebiliyordu Lemariz. Beyaz elbisesinin uçlarını tutup suya girdi. Suyun serinliğini teninde hissedince derin denizlere daldığı zamanları hatırladı. Gözlerini kapayıp kendini duyularına teslim etti. Hayal dünyasının derinlerinde kaybolurken var oluşun dayanılmaz hafifliğinin o tüy gibi dokunuşunu hissetti. Gözlerini açtığında beyaz sandaletlerine değen bir çift minik ayak olduğunu gördü. Pembe elbiseli, 4 yaşlarında , dalgalı saçları omuzlarına dökülen bu küçük kız çocuğu ona gülümseyen gözlerle bakmaktaydı.
“Dünyalar tatlısı bir kız çocuğu.” diye düşündü Lemariz. Kızla konuşmaya kalmadan koşarak uzaklaşan kız çocuğu, etrafına sular sıçratarak kahkahalarla balık yakalamaya çalışıyordu. Rüzgarda dağılan saçlarını elleriyle düzeltip kulaklarının arkasına iliştirdi Lemariz. “Dünyada bir çocuğun neşesinden daha güzel kaç şey var ki? Şu geçip gittiğim çiçeklerle renklenen yollar, ağaçlarla çevrili ada, masmavi deniz, gün batımı... Kaçı daha güzel bu kız çocuğunun mutluluğundan? İnsanın içini yaşama isteğiyle dolduran bu gülüş bugün karşıma çıkan en güzel şey. Buna eminim.” diye düşündü. Balıkları yakalayamayacağını bir an olsun düşünmeyen küçük kız suda eğilmiş sessizce beklemeye başladı. Ona doğru yaklaşan Lemariz’i gördüğündeyse yürüdüğünde oluşan dalgalar sebebiyle balıklarını kaçırdığı için Lemariz’e kızdı . “Balıklarımı kaçırıyorsunuz ama rica ederim.” Lemariz bu tatlı isyan karşısında gülümsedi. Kız çocuğunun yüzüne düşen ıslak saç tutamını çekti. “ Balıklar suda kalmalı yoksa nasıl yüzerler?” Küçük kız bu soruyu oynayan ayak parmaklarını izleyerek uzun bir süre düşündü. Sonunda kafasını kaldırıp genç kadına baktı. “Uçsunlar.” Bu beklenmedik cevap Lemariz'e küçük çocuklardan her cevabın beklenebileceğini hatırlattı. “Uçmayı öğretelim mi onlara? İstersen seninle yüzgeçlerine tutunup maviliğin içindeki o pamuklara karışırız. ”Küçük kız gülümsedi, ellerini çırparak zıpladı. Sıçrayan su damlaları Lemariz'in ıslanan bacağını ürpertti. “Balıklar denizde olmayı seviyorlar. Bulutların arasında uçmaktansa mercan resifleri arasında yüzüp evlerinde uyumak istiyorlar. Denizlerin altı da çok güzeldir. Orada da rengarenk çiçekler ve balıklar var. Bir görsen ne çok seversin!” Lemariz küçük kızın eğik başını kendisine doğru hafifçe kaldırdı. “ Eğer onları sudan çıkarırsan o güzel evlerini çok özlerler.” Küçük kız başını salladı ve yavaş adımlarla sudan çıkıp aksak adımlarla beyaz bir sandala bindi. Küçük kız düşecek diye tedirginlikle izleyen Lemariz, kızın güvende olduğuna kanaat getirince rahatladı. O da denizden çıkıp Aşıklar Yolu'na doğru yürüdü.
Manzaranın eşsiz tadı damağında ,artık kararmaya başlayan havayla birlikte eve doğru yola koyuldu. Kararan havayla beraber zihni de kararıyor ancak bir yıldız misali Lemariz’in gökyüzünü aydınlatan o minik kız bunu değiştirebiliyordu. Yol boyunca ona eşlik eden ağaçların şarkısından başka bir yoldaşı da yoktu. Deniz kokusuysa hâlâ burnundaydı. Ayaza kalmamak için aceleyle eve yöneldi.
Bir şeyler yemek için dışarı çıktığında yine o küçük kızı gördü. Yere doğru çömelmiş minik parmaklarıyla bir şeylere dokunuyordu. Lemariz küçük kıza yaklaştığında dokunulan şeyin bir uğurböceği olduğunu gördü. Küçük kız ayakkabılarıyla aynı renk uğurböceğini merakla izliyordu. Lemariz bu küçük kızın güzelliğinin tüm bedeni sarışını hissetti. Kalbi bir sıcaklık dalgasıyla kaplanırken salıncakta sallanıyor gibi bir yürek çarpıntısı kan akışını hızlandırdı. İçinde bu küçük kızı da salıncakta sallamak hatta mümkünse beraber sallanmak için güçlü bir arzu duydu. Küçük kız, mor çiçeklere doğru uçan uğurböceğini gözden kaçırınca önünde durduğu marketin içine hüzünle girdi. Lemariz de buruk bir tebessümle yemek yiyeceği yola doğru koyuldu. Karnını doyurduktan sonra evine geri dönerken sahafa uğrayıp ince bir hikaye kitabı aldı. Kalbini sevgiyle dolduran o küçük kıza bir kez daha rastlamayı umarak evine geçti.
Ertesi sabah kiraz ağacının dalının camına vuran sesine uyanınca odaya dolan altın rengi güneş ışığını fark etti. O pembe çiçeklerin ağacın dalından ayrılıp odanın içine girmek için gösterdiği yoğun çabayı gülümsemeyle izledi Lemariz. Camdan içeriye giren o sıcacık simit kokusuyla yataktan doğrulup hızlıca hazırlandı ve evin yanındaki fırına indi. Simit ve kurabiye aldıktan sonra kiraladığı bisiklete fırın poşetini bağlayıp yola koyuldu. Abbas Paşa Köşkü'nün önünden geçerken çevredeki pembe-mor çiçeklerin yanında durup derin bir nefes almasıyla ciğerleri tomurcuklandı. Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi'nin önünden bisikletle hayran hayran geçip Deniz Lisesi'ne geldi. “Harp Okulu oluşunun zorluğuyla yarışacak bir güzellik. Bu okulda okumak ne büyük talih veyahut talihsizlik! “ diye düşündü. Aya Triada Manastırı'na gelince bisikletini bırakıp içeri girdi. Mimari karşısında büyülenerek manastırı dolaştı. Aya Yorgi Uçurum Kilisesi, Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi, Ruhban Okulu ve Heybeliada Camii’ni dolaştı. Değirmen Burnu Tabiat Parkı'na gelip bisikletten indi ve bir banka oturdu. Pedal çevirmekten yorulan bacaklarını dinlendirirken balık tutanları büyük ilgiyle izledi. “Ne olurdu oltanın kancasının yanından geçip giden bir kolyoz olsaydım? Ne olurdu sanılanın aksine 3 saniye değil de 5 ay öncesinde yanından geçtiğim o kancayı hatırlasaydım? Belki bir balıkçı vazgeçer de bir buseyle geri bırakırdı beni denize. Ben de Sait Faik'in öptüğü o şanslı balığı bulup da ona olanları anlatmaya adardım kalan ömrümü...”
Gökyüzünün ve denizin maviliği kanına karışıp başını döndürürken çantasından küçük kıza aldığı ince hikaye kitabını çıkardı. “Burada olmalısın miniğim. Eğer gelirsen varlığın her şeyi mümkün kılacak, taşlarım yerine oturacak, eksik ruhum tamamlanacak. Umudum yeşerecek, ciğerlerimdeki tomurcuklar filizlenecek. Sana kitap okursam dünya adalete kavuşacak , kalplerdeki nefret solacak, varlığım doğaya karışacak. Ben o zaman bulutlar arasında uçan bir balık olacağım ve sen ne zaman istersen kendimi ellerine bırakacağım küçüğüm . Sen yeter ki boncuk gözlerin ve solmayan gülüşünle bak yüzüme, her şey mana bulacak ve ben içimin denizlerinde bir sandalda seninle martıların şarkısını dinleyerek ve besleyerek onları küçük simit parçalarıyla, senin gibi bir kız çocuğuna sahip olmayı dileyeceğim..” Lemariz kafasını kaldırınca masada oturan minik kızı gördü. Küçük kız elini masadaki hikaye kitabına götürdü. Lemariz gülümsedi ve dizlerine uzanan bu kız çocuğunun saçlarını okşayarak ona hikaye kitabını okumaya başladı.
Küçük kızın tatlı bebeksi kokusu etraftaki ağaç ve deniz kokusuna karışıp burun deliklerinden ciğerlerine inip filizlenmiş çiçeklerinin can suyu olurken “Şuana kadar duyumsadıklarım koku muydu?” diye düşünürken buldu kendini Lemariz. O, minicik elleriyle hikaye kitabına dokunarak resimleri benliğine kazırken, kelebek etkisiyle hayatını şekillendirirken Lemariz'in dizlerine temas eden sıcacık başı dizlerinden çok kalbini ısıtan bir hikayeydi . Bu küçük kız çocuğu Lemariz’in şahit olduğu en güzel hikayeydi . Ona hikaye kitabını okurken söylediği kelimeleri işitmiyordu bile . Tek işittiği küçük kızın kedi mırıltısını andıran sevimli nefes sesiydi.
Hikaye bittiğinde saçlarını okşadığı küçük kızın mırıldandığını duydu. “Kapat gözlerini ve düşün. İpekten bir deniz, pamuktan bir gökyüzü. İki tomurcuk yüreğimizde...” Lemariz elini küçük kızın saçlarından çekip doğruldu. Küçük kız da Lemariz'e döndü. “ Bu şarkıyı nereden biliyorsun?” diye sordu Lemariz. “Babam hep dinliyor.” diye cevap verdi küçük kız. “Baban nerede?” diye sorarken uzaklardan gelen erkek sesine istemsizce döndüler. “Ada!”
Lemariz gelenin kocası olduğunu gördüğünde her şeyin bir yalan olduğunu kavrayışıyla bertaraf olmanın dehşeti içinde kaza anına döndü. Şoför koltuğunda oturan sevgili kocasını, karnındaki Ada'yı, araba camlarındaki yağmur damlalarını ve sonrasında kocasının arabanın kontrolünü kaybedişiyle gelen korkunç karanlığın dünyasını nasıl kararttığını, kocasının nabzının atmayışını ve kasıklarındaki ıslaklığın demirimsi kokusunun duyumsadığı son şeyler olduğunu anımsadı. Kocasını bir daha göremeyeceğini, küçük kızını kucağına asla alamayacağını kavradı.
Kulağına gelen “Hasta uyanıyor.” Seslerinin ardından göz kamaştıran bulanık bir ışık gördü. Gözlerinden süzülen yaşlara ve dudaklarından dökülen canhıraş haykırışa hakim olamadı. “Uyanmak istemiyorum. N’olur! Uyanırsam onları kaybederim.”