Bir adam,
Öylesine değil ama , düpedüz değil, ince , uzun , köse bir adam.Yeşil gözlü, asık suratlı, hani güzel desen değil, çirkin desen hiç değil. Üç numara traşıyla, oturuyor bir masanın başında.
Karşısında, gökyüzüne bakan penceresi fakat sıkılmış, gökyüzünü kapatmış yatağından çaldığı beyaz çarşafıyla, neden yahu , perdesi yok mu bu evin diye sormayın yok. Adam bir ara unutmuş perde yaptırmayı, sonra da birdaha uğramamış.Sıkılmış perdecilerden, ne olacak, hep gökyüzünü izlerim işte diye düşünmüş lakin düşündüğü gibi olur mu hiç, bir vakit sonra gökyüzü de şımarmış, sürekli süzülmekten, bizimkinin kendine bile acıması yok. Çekmiş carşafı , gökyüzüyle bile dalaşmış. Arkadaş , insan gökyüzüne bile huysuzlanır mı.
Neyse uzattık fazla.
Adam , oturuyor masanın başında, masa da beyaz , çarşafı gibi fakat uzak pür upaklıktan, üzerinde kirli kağıtlar, dökülmemiş küllükler, çöpe gitmeyi unutmuş bira şişeleri var.
Ne olacak, adam mesut halinden , biralar da , masa da.
İyi, bunlarla bitse iyi dersin de , bitirememiş işte.
En mühimi, düşünceleri var masada düşünceleri...
En temizinden, en kirlisine varıncaya dek , adam durmamış, didinmiş, yıllar yılı düşüncelerini dökmüş masaya, o yüzdendir dört ayaktan ikisi yok , kocaman masa küçücük.
Kendini küstürdüğü yetmemiş de, masaya da saldırmış sanki.
Ne dedim şimdi, boş birkaç lakırtı.
Yine de güzel adam.
Biraz bira mayhoşluğu, biraz da sobanın verdiği sıcaklıktan olacak, gülüyor gözleri.