Demlenen bir şeyin acımasıyken

Acı bir şeyin demlenmesine dönüyor vakit 

Beklemek burada ve bu anda da sabra varamıyor

Öyle yanlış gövden

Öyle yanmış

kabukların diğerlerininkine öyle benziyor ki közünü, kömürünü gören yok

İçinden yanıp tütmen bir yere kadar

gözlerine inseler görecekler ne olduğunu

-kökler ve bilseler-


Seni en çok yaralayan ve kurutan hâlin duruyor 

Sen ışığın yer yer değdiği kokusu hüzme hüzme toprağı geçen o derin köklerinde bulunmak istiyorken

Bütün bir gövden ve binlerce yaprağınla serilmişken Güneşin alnına,

-Güneşin ümidi ve basiti yücelten harikulade-

Yaprağı ve rüzgârları bilmeyen içinde köklerini arıyorsun


Bütün bir şeyin es geçilmesi esiyor şehirden vadiye

-Köklerin göreni yoktur-

“Ama elbette ki yalnız bir ağaç birkaç tane ağaçtan daha ağaçtır” diyor

Sense bir ağacın yalnızlığını bırakıp yalnızlıkta bir ağaç olduğunu duyuyorsun, o kadar teksin ki şu koca düzlükte, inan; detayını görmeyen her yolcu uzaktan yeşilini ve dik duruşunu kutluyor, inmese de köklerine, gelemese de yanıbaşındaki çeşmeye.


Anlıyorsun, anlamak…

Anlaşılmak kimin hesabına düşüyor

pekalâ merak ediyorsun o yagmurlu gece..


Kök ve çeşme sen için

Senin için

Senin.

İçin.

Ne bulunmaya ne gösteriye gerek.

Gövdenle öyle bir hardasın ki şimdi,

Yolculara aldırmıyorsun, tüm bakışın ve görmeye çaban

direksiz göğün mavisi

için



Yürüyorsun

Sürüsüz çoban tebessümle geçiyor yanından

Sular yükseliyor

Yürüyor dalına

Bahar mı ola?

Sonuna geliyorsun yine her şeyin

Salıncaksız, hayretler içinde, keyifsiz

Dalgın bir bakış düşürüp içime

Olmayan ne buluyorsun:



Bir ağacın yürümesini görüyorum ben

Bir ağacın duruşunu konuşuyor herkes







Mirza Şâmil.

28Ocak’24






.