''Bir Zahide teyze güzellemesi'' deyip cümleye giriş yapayım. Çünkü işin içinden çıkılamayacak bir önem taşıyor benim için. Akıl, kalp, his falan merhem olmuyor gönlümüzün yarasına, gözyaşı yansıması oluyor sadece. Burası kanser hastası olan Zahide teyzemizin evi, bir ihtiyaç durumundan dolayı Allah bizi onunla karşılaştırdı. Tolstoy diyor ya, “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” bu hikaye onların aksine bir nasip meselesiydi. İyi ki dediğimiz türden.


Koltuk örtülerinden de anlaşılacağı üzere mütevazi ve eskilerin o samimiyet koktuğu yılları anımsatıyor. İnsanın içinde olan ve yaşadığı mekana da yansıyan cinsten. Zahide teyze, yıllar önce eşi tarafından üzerine kuma getirilmiş, tek başına oğlunu büyüten, besleyen, çeyizini alan, evlendiren, torun sahibi olup da torunu kendisine gösterilmeyen bir anne. Evine ilk defa gittim arkadaşlarımla ve ben kendimden utandım. Hasta olmasına rağmen evinin pırıl pırıl olmasına. Ama kendisine göre "kusura bakmayın vallahi" diye sık sık tekrarlayan bir teyzemiz. ''Allah'ın melaikelerisiniz siz'' deyip gözlerindeki sevinç yansımasını nasıl dökebilirim yazıya bilmiyorum ama hissiyatı başımı döndürüyor. Çektiği zorluklara rağmen insan kalabilmek ve insanları sevebilmek çok büyük hüner. Zahide teyze bunu ustalıkla devam ettirebiliyor ya, bizim dertlerimiz gelip geçer, buna eminim. Oğlu yedi yaşındayken eşi vefat etmiş. Kendisi anlatırken "Vefat mı etti, yoksa geberdi mi diyeyim?" diye bize soruyor ve "Neyse tamam tamam, diğer dünyada hak olmasın." deyip vefat etti diye bahsediyor. Eşini kaybettikten sonra çalışıp evini geçindiren, oğlunu büyüten, askere gönderen, haftalık üç yüz lira aldığı düğün salonu bulaşıkhanesinde oğlunun gözünde hiçbir şeyi koymayan bir anne. Ve hatta oğlunun ilk maaşıyla kendisine aldığı sehpayı bize gösterirken aynı heyecanı yaşayıp ağlayan ve ağlatan biri. Ama şu an kirada oturan, bir yandan hastalık ile mücadele ettiği, oğlunun aynı şehirde olup yanına gelmediği, yakacak odunu kömürü olmayan. Bizler gibi gençlerin yardımıyla geçimini sağlayan ama "Toprak yerim kimseden bir şey isteyemem." diyen koca yürekliliğe sahip. 


Otururken lütfen mutfaktan istediğinizi getirip yiyin, çekinmeyin, diyen Zahide teyzem. Kömür, odun ayarlayalım, bir kışta ne kadar sana yeter, dediğimizde, "İki torba yeter." diyen bir mütevaziliğe şahitlik edip önünde eğiliyoruz. Devam edeyim mi anlatmaya bilemiyorum ama anlamaya davet edebilirim. İhlas, tevhit, şükür, hamt, ne deniliyorsa hepsi mevcut. Gözümüz doldukça o sustu...


Her çağda, şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun inananlar için bir Nuh'un Gemisi vardır. Kıymet bilen ve her daim dua alan insanlardan olmak temennisiyle... Zahide teyzemize her daim dua edelim. Yürekten selam ediyorum.