‘Gök Nasıl Maviydi’
Karşılaşma: Karşılaşmada, birbirini izleyen, her seferinde başarılı, ku­sursuz olan fırça dokunuşlarıyla düşlemimin tablosunu ta­mamlayan birini bulmuş olmak beni büyüler; şansı hiç mi hiç ters gitmeyen ve elini daha ilk uzatışta arzusunun yap-boz'unu tamamlayan küçük parçanın üstüne koyduran oyun­cuya benzerim. Bir başkasıyla (benim "ötekim" olacak bir başkasıyla) sonsuza dek sürdürebileceğim yakınlıkların, suç ortaklıklarının, içli-dışlılıkların gittikçe artan bir biçimde bu­lunmasıdır bu: tümüyle bu buluşa doğru uzanırım, öyle ki, rastlanan bir varlığa duyulan yoğun merak gerçekte aşka denktir. Karşılaşmanın her anında, ötekinde bir başka kendimi bulurum: ‘Bunu sever misiniz? Aa, ben de! Şunu sevmez mi­siniz?’ Söylemek bile fazla, gerçek bir aşk sahnesidir bu. Karşılaşma (şimdiden kendinden geçmiş) aşık özneyi doğaüstü bir rastlantının şaşkınlığına uğratır: Aşk Zar Atışı'nın (Dionysios'su) düzenine girer.

Acı: Her acı, her mutsuzluk bir haksızlık, bir kusur düşüncesiy­le bozulmuştur, der Nietzsche: "Acı günahsızlığından yoksun bırakılmıştır." Tutku-aşk (aşk söylemi) durmamacasına bu bozulmaya yenik düşer. Ötekinin sanrıları varsa, çıldırmaktan korkuyorsa, benim de sanrılar görmem, benim de çıldırmaktan korkmam gerekir. Oysa, aşkın gücü ne olursa olsun, böyle bir şey olmaz: heyecanlanırım, kaygılanırım, ama aynı zamanda kuru, su geçirmez kalırım. Özdeşleşmem kusurludur: içine kapandığım ölçülülüğün derinliği oranında çırpınırım. Çünkü "içtenlikle" ötekinin mutsuzluğuyla özdeşleştiğim sırada, bu mutsuzlukta okuduğum şey onun bensiz gerçekleştiği ve, acı çekiyorsa ve nedeni ben değilsem, acısı beni hiçler.
Mutsuzluğu onu benden uzak­lara götürüyor, öyleyse olsa olsa onun arkasından koşarak soluğumu tüketirim, ama onu yakalayabileceğimi, onunla bir noktada birleşebileceğimi ummamalıyım. Öyleyse biraz kopalım, belirli bir uzaklıkta durmasını öğrenelim. Demek ki fazla üstüne basmadan, kendimden geçmeden çekeceğim ötekiyle. Hem çok duygusal, hem çok denetimli, hem çok aşıkça.

Kesinleme: Aşkın iki kesinlemesi vardır. Önce, aşık ötekine rastladığı zaman, dolaysız kesinleme söz konusudur (ruhbilimsel olarak mutlu bir geleceğin göz kamaştırması, heyecanı, coş­kusu, çılgınca yansıtılması: mutlu olma isteği ve itkisiyle yanıp tutuşurum): her şeye evet derim. Sonra uzun bir tünel başlar: ilk evet’imi kuşkular kemirir, aşk değeri durmamacasına değerden düşme tehdidi al­tındadır: acılı tutkunun, hıncın ve aşınmanın yükselme za­manıdır. Bununla birlikte, bu tünelden çıkabilirim; defteri kapatmadan "aşabilirim" bu durumu; bir ilk kez kesinlediğimi yeniden, çünkü kesinlediğim şey kesinlemedir o zaman, onun olağanlığı de­ğil: farklılığı içinde ilk karşılaşmayı kesinlerim, yinelenme­sini değil, dönüşünü isterim. Ötekine (eski ve yeni ötekine) yeniden başlayalım derim.

Bekleyiş: Bekleme kaygısı sürekli şiddetli değildir; durgun anları da olur; beklerim ve bekleyişimin çevresinde her şey gerçekdışılığa düşer.

Uzaktaki: Uzaklık sürer, katlanmam gerekir. Öyleyse onu kullanaca­ğım: zamanın çarpıtılmışlığını gidiş gelişe dönüştürecek, uyum üretecek, dilin perdesini açacağım.

Sunu: Aşk kendini dile getirmekte, anlatmakta güçsüzdür, gene de bağırmak, haykırmak, her yana kendini yazmak ister: "ali' acqua, all'ombra, ai monti, aifıori, all'erbe, aifanti, all'eco, all'aria, ai venti..."* Aşık özne herhangi bir yapıt yaratmaya girişmeye görsün, bir sunu itkisine kapılır hemen.
(İtalyanca, "suya, gölgeye, dağlara, çiçeklere, otlara, kaynak­lara, yankıya, havaya, yellere...")

Bayram: Bayram beklenen şeydir. Vadedilmiş birliktelikten bekle­diğim, işitilmedik bir haz toplamı, bir şölendir; yalnızca var­lığı bile bir doyum doluluğunu muştulayan, bir doyum doluluğu anlamına gelen insanı görünce gülümseyen çocuk gibi sevinirim: benim için "bütün iyiliklerin kaynağı" karşımda olacaktır.

Son Yaprak: "Ağaçların üzerinde, şurada burada, birtakım yapraklar kal­mış. Ve ben, sık sık, bunların önünde durup düşüncelere dalıyorum. Uzun uzun bir yaprağa bakıyor, umudumu ona bağlı­yorum. Yel onunla oynadığı zaman, bütün varlığımla titriyo­rum. Düşecek oldu mu bütün umudum da, yazık ki, onunla birlikte düşüyor."
Yazgıyı sorgulayabilmek için, almaşık bir soru, basit bir değişiklik gösterebilecek bir nesne (Düşecek/Düşmeyecek) ve değişimin kutuplarından birini be­lirleyen bir dış güç (tanrısallık, rastlantı, yel) gerekir. Hep aynı soruyu sorarım (beni sevecek mi?).

Atopos: Sevdiğim ve beni büyüleyen öteki atopos’tur. Onu sınıflandıramam, çünkü Tek'tir o, mucizemsi bir biçimde gelip arzumun özgüllüğünü karşılamış olan tekil İmge'dir. Gerçeğimin betisidir, hiçbir kalıba sığmaz. Ötekinin ışıldayan özgünlüğü karşısında, kendimi hiçbir zaman atopos bulmam, sınıflandırılmış bulurum daha çok (fazlasıyla bilinen bir dosya gibi). Gene de, bazı bazı, eşitlik­ten uzak imgelerin oyununu askıya almayı başardığım olur; anlarım ki, özgünlüğün gerçek yeri ne ötekidir, ne de ben; ilişkimizin kendisidir. İlişkinin özgünlüğüdür fethe­dilmesi gereken.

Ele Geçirmek İstemek: E.G.İ. canlı, kuru: bir yandan, duyum dünyasına karşı çıkmıyorum, içimde arzunun dolaşmasına izin veriyorum; öte yandan onu "gerçeğime" dayıyorum: gerçeğim kesinlikle sevmek: yoksa, çekilirim, dağılırım, "kuşatma"dan vazgeçen bir birlik gibi.

Birlik: Tam birliğin adlandırılması: "tek ve yalın haz"dır, "lekesiz ve katıksız sevinç, düşlerin kusurusuzluğu, bütün umutların varış noktası", "tanrısal görkem"dir, bölünmez dinleniştir.
Düş, ayrıksı (aykırı), karşıt imgeyi söyler. Düşlediğim çiftil biçimde, başka yer'siz bir nokta bulunsun isterim, Aynı'nın sağlamlığıyla dengelenmiş, merkeze oturmuş bir yapının özlemini çekerim: eğer her şey ikide değilse, ne diye savaşmalı o zaman? Çoğulun ardından da ko­şabilirim pekâlâ. Benim arzuladığım bu her şey'i gerçekleştirmek için (diye dayatır düş) her ikimizin de yersiz olmamız yeter: büyülü bir biçimde birbirimizin yerini alabilmemiz yeter: "birbirimiz için"in egemenliğinin başlaması yeter, sanki sözcüklerini birbirlerinin yerine kullanmanın kesinlikle yasal olduğu, yepyeni ve görülmedik bir dilin sözcükleriymişiz gibi. Bu birlik sınırsız olurdu, yayılımının genişliğiyle değil, değişimlerinin ayrımsızlığıyla sınırsız olurdu.