I. (...)
Kainatı üflemeye ciğerimden, kanlı lügâtlarım
Ruhum diye kalmamıştır bekâret, meydânında akşamın
Gün yüzüyle akşam sefâsı gördüyse topraklarım
Ak sarmış karalarımızı,
Atları ve üsküdarda aşkları
Ne bilir semâ, gök diye bir şey varmış
Ölümle şu karganın
Raks ettiği bu aynam arkası
Ensemden kan sızdıkça tuzdur enseme ısıl ısıl
Başımın ortası ve âhımız, şu meftâlar masası
Kadim ve köhne sevişler oturur,
Bir kurşunu, bir ölüyü, bir ufuğu ışıl ışıl
Görmemiş rüzigârın dilinde nedir aşk,
At ilâ üsküdarı
Ne bilir semâ, gök diye bir şey varmış!
II. (...)
Tan diye, Aşk ve Kan diye durmadan
Gece göğünde yıldız belki gözümüz,
40 sene kara, bin sene kara sularla,
Abis bize, biz abise sarılmışız
Üç ise saatin guguğuna çaldıklarımız ve ölü;
Bir titreme örtüsü üstümüze,
Donmamaya gece gece
Tutup yine bir istilâya karışmışız
Giydiğimiz bu soğuğa ten diye,
Bir şaraplı kış yaratılmış
Beyaz diye bir şey,
Hem bir at, hem bir üsküdarı
Ne bilir semâ, gök diye bir şey varmış