Bir kış gecesi, kasvetli bir hava. Rüzgâr aralıksız pencereleri dövüyor, annesinden şeker isteyen ve alamadığı için babasından isteyip bir de üstüne şamar yiyen bir çocuk gibi davranıyor, ağaçları huzurlu uykusundan edip yapraklarını edepsizce savuruyor. Otlar ve çimenler ise sövüyor haliyle bu duruma. Ergen orospu çocuğu diyorlar. Ama kısık sesli bu sövmeler. Korkuyorlar rüzgârdan.



Anlayacağınız bir roman giriş sayfası gibi kasvet kokan bu hikâyede kahraman bir Bot. Evet, bildiğiniz Bot. Dümdüz, deriden yapılmış, zaman meydan okuma konusunda birazcık sıkıntılar yaşasa da kendisine sorarsanız saçmaladığınızı söyleyip küfreder ve hala taş gibi ayakta olduğunu diretir. Ama o bir Bot, o yüzden onu umursamadan öykümüze devam ediyoruz.

Nerede kalmıştık, evet, kasvetli bir rüzgâr, falan filan işte. Olayı anladınız. Yormayın beni, tembel bir yazarım ben.



Bot, ayakkabılığın en ücra köşesinde içine sinmiş vaziyette duruyor. Tozlu yerde kalmaktan rahatsız olduğu belli. Bağcıklarını salmış, hüzünle kendi kaderine ağlıyor. Güzel günlerin izleri hala taze. Taze dememe bakmayın, aradan neredeyse beş yıl geçmiş. Ve haliyle eskimek konusunda inatçılığını göz ardı etmemiz ve eskidiğini söylememiz lazım ki sahibi de sessizce bunu dillendiriyor. Yani köşe atıyor.



Ah diyor bizim Bot, nerede o eski günler. İlk günün heyecanıyla titriyor hala. Sahibi de deli gibi heyecanlıydı o zamanlar. Parasını biriktirip sağlam bir bot almak için haftalarca çalışmış. İyi bir şey bekliyor. Bot ilk defa, bir ayağın kendi içinde olduğu o anda ağlamıştı. Bildiğin bağcıklarını dalgalanmış ve ağlamıştı. Herkes bunun ne kadar güzel bir duygu olduğundan bahsetmişti ama hiç deneyimlememişti. Bir mağazanın umursanmayan vitrinde aylardır bir sahip için beklemişti ve o gün sahibinin büyülenmiş gözüyle karşılaşmıştı. Kılı ve şişko olmasının yanı sıra ağzı soğan kokuyordu. İri kıllı elleriyle almış, incelemiş ve daha deneme yapmadan satın almıştı.



Bot, satın alındığından deli gibi mutlu olmuştu o zamanlar. Diğer ayakkabılar, terlikler, çizmeler, hepsi şaşkın bakışları ve bir tutam kıskançlık içinde bizim Bot’a baka kalmıştı.



Gün onun günüydü. Sahibi vardı, sıcak ve kokan bir ayağı ısıtacak, onunla yolları kat edip gününe gün edecekti. Tüm bu duygular içerisinde ilk denemesi muhteşemdi. Bir ayağın sıcaklığı nasıl bu kadar iyi hissettirebilirdi ki bunu ona sorsanız kekeler, heyecandan kızarıp bir şeyler söyleyemezdi. O kadar fenaydı yani.


İlk parka gidişi, sahibinin de heyecanlı olması, kuşların yakışıyorsunuz kardeş demesi, hepsi o kadar güzel şeylerdi ki...



Ama şu an buradaydı. Kadim eskimiş ayakkabılar bundan hep bahsetmişti bizim Bota. İnsanlar nankör, sakın bağlanma onlara. Seni kullanır, faydalanır ve bir kenara atarlar diye. Bot bunun saçmalık olduğunu düşünmüştü ilk de. Ona sıcaklığımı, yakışıklığımı ve her şeyimi vereceğim, neden beni terk etsin ki diye düşünürdü. Şu an da az çok bu çocuksu fikirlerle yaşıyor. Ama inancı yıkılmak üzere.



Sahibi yeni bir spor ayakkabı aldı. Gözünün önünde giyip fiyakalı he demişti bir de üstüne. Bizim Bot gün boyu bağcıklarını sarkıtıp ağladı. Tabii spor ayakkabının da hiç edebi adabı yoktu. Bastı kahkahı, bastı şamatayı. Moruk dedi. Zamanın doldu, ne ağlıyorsun?



Bizim Bot ağlıyordu. Tüm bu anılardan kurtulmak hiç de kolay değildi anlayacağınız. İşte kapı açılıyor. Sahibi o hain spor ayakkabıyla içeri adım atıyor. Birkaç dakikaya yanında olacak. İçi parçalanacak. İşte geldi. Tepesinde dikiliyor ve kokuşmuş enfes ayağını spor ayakkabısından çıkarıyor. Nasılda bu hissi özlemiş. Kıskançlık ve öfkeyle bakıyor spor ayakkabıya. Spor ayakkabı ise spor ayakkabı olduğundan mı, yoksa sadece keyfini çıkaran bir velet olduğundan mı bilinmez, burun kıvırarak ne haber diyor bizim ihtiyar bota.



Botumuz cevap vermiyor, gözlerini devirip bu özel ve muhteşem anı kendisinin değil de yeni yetme bu velet yaşıyor diye kıskançlık içinde, içi içini kemiriyor.



Sonra aklına bir plan geliyor. Gülüyor ve herkesin uyumasını bekliyor.



Sahibi bayağı uykucu bir tipti. Sabah on tane alarm kurar, anca uyanıp hızlıca işe giderdi. O kadar hızlı ve telaşla hareket ederdi ki hep patronum bu sefer kovacak der, hızlıca ayakkabısını giyerdi.



Gece olmuştu. Herkes uykuda, bizim Bot bekliyor haince ve kötücül bir gülümseme ile. Ev sesizleştiğinde, uyku ağır bastığında ahalinin üstüne bizim Bot işe koyuluyor. Sessizce bağcıkları ile spor ayakkabının bağcıklarını tutuyor ve yavaşça kördüğüm atmaya başlıyor. Çaktırmadan o kadar çok sıkmayı başarıyor ki sabah olduğunda telaşlı sahibi istediği kadar zorla dursun çözemezdi.



Gülüyor ve sonunda sahibiyle sabah işe gidecek olmanın verdiği keyifle uyumaya koyuluyor.